Şuur yani farkındalık kıtasında kendine açılma, verili dili taşıma, iç sesle özleşme. Şuur, seziş ve bütünleşme. Kendine gelme. Bilme, anlama ve görme hamlesiyle zaaf ve vesvese yenilgisinden kurtulup, iç âleme yelken açma. Şuurun keşfiyle aydınlanan, aydınlatır.

İbn Arabi’ye göre, Allah’ın lütfedip açtığı bir manevi kapının arkasında neler olduğunu özet halinde bildirmesi, şuurdur.

Müslümana tavizi reddettiren, şuurdur. Emanete, kendine sahip çıkma metnini okuyan dürüst ve anlayışlı olur.

Hz. Ömer ile Kudüs’e giden Bilal-i Habeş’in, Peygamberimizin (sav) ölümünden sonra okuduğu ezanla heyecanlanmıştı Ashabın hüzünlü kalpleri.

O ürperişi bugünden hissetmek, ne müthiş iman gücü değil mi? Sahabe şuuruna, bizi daim birbirimize kenetleyecek güce ihtiyacımız var. Manevi akışa, aşka…

İslam, birbirimizden ayrılmaz şekilde bir din ve bir ümmet, bir inanç ve hayat nizamıdır.” diyen Fransız yazar ve düşünür, Roger Garaudy çetrefili hayatı, İslam şuuru ile nihai noktaya erişmiştir.

Yaratılış kodlarıyla terbiye ediliş, bu bilinç; sorumluluk ve adalet demektir. Mazlumu korumak, güçsüze yardım elini uzatmak hep birlikte olmak; işte hakikat şuuru bu!

 Düşünmeye ve düşündüğünü tartmaya ihtiyaç var. Nasıl mı? Tabiatın dengesinin şifresini çözerek. Yani gördüklerini anlama beceresini geliştirerek. Bu hakikat karşısında cesur olma eylemidir. Ne zaman ki insan kendini anlama yoluna girer, çilenin içine adım atar; esaret biter. Ve Kalbi uyuşturan ideolojilerin yapışkanlığından kurtulur. “Saatler nasıl yorulmazlarsa işlenmekten/Sen de yorulmuyorsun ey kalbim büyümekten.” diyor ya Erdem Bayazıt, kalbi hakikatte büyütmek derdi bizimkisi.

“Yunus’un mısralarını kanatlandıran imanla, Mesnevi’deki pırıltılar aynı ezeli nurdan. İslamiyet Süleymaniye’de kubbe, Itri’de nağme, Baki’de şiir” Cemil Meriç’in hararetle sunduğu İslam davasını gururla taşıyan, yaşatan nesli yetiştirmek bizim elimizde. “Düşünce adamı bir devrin şuuru olmak zorunda. Başlıca vazifesi: Bütün hakikatleri yoklamak, bütün yalanların maskesini yırtmak, kalabalığa doğruyu göstermek. Bazen yangın kulesinin nöbetçisi olacaktır, bazen engine açılan geminin kılavuzu.” Evet, Meriç’in izah ettiği mütefekkir duruşlara ihtiyacımız var.

En büyük eksikliğimiz, derdimizi dinlememek. İnsan içini, içlere neden açamaz ki. Kendini güvende hissetmediğinden olabilir mi?.. Çıkar ve menfaat dili öyle güçlü bir tempo tutturmuş ki, en küçük şeyden dahi şüphe duyar hale gelmişiz. Şuursuzluk şemsiyesinin altında kurulan dünyaların ışıltı sokakları kanserdir. İkiyüzlü insanlar yetiştirir bu adaletsiz, merhametsiz caddeler.

Alın teri olmadan kazanma sevdası, başkasının hakkını yiyerek mal edinme arzusu, alçaltır insanı.

Davasız, şuursuz yaşam, ölü bir yaşamdır. Sefilliktir. İhanettir.

Neden kenetlenmiyoruz tarihe? Kültürümüzün ışığında aydınlanmayı niçin reddediyoruz. Batının huzursuzluğuyla nefes alma sevdasını bıraktığımızda, kendi oluşa kenetlenmenin güzelliğini hissedeceğiz

 Öz ile rabıta ne kadar güçlü olursa, anlama ve adlandırma da o kadar derin olur. Dünya şekilden şekle girerken özü muhafaza etme şuurunu taşıyabiliyorsak ne mutlu bize.

 “İki yol var insanlık için: kendi kendini imha veya gerçekten insanlaşmak.” Cemil Meriç, Umrandan Uygarlığa kitabında herkesin altını çizdiği sözdür bu.

Ama imha yok, insanlaşmak var.

Paranın yol haritası olduğu bu devirde, manaya yönelmek imanla olur. Tavizsiz, dik bir duruş, metanetli ve sabırlı örnek bir İslam yolcusu olmak için didinen olmalıyız.

“Yaratan Rabbinin adıyla oku!” bu ilk vahyin etrafından ayrılmayan ümmetin aşamayacağı hiçbir engel yoktur.

Küfürden beslenenlerin kendi tuzaklarında yok oluşlarına tarih şahittir. Doğruyu yok ederek çoraklaşan, hissizleşen neslin yenidünya hayali; herkese aynı rüyayı göstermek! Bugünün derdi de dijital kelepçe. Oysa insan denediği her kutupta aynı davayla karışılacağından emin. İnsan kendine zulmetmeyi niye sever ki …

Müslüman menfaat uğruna eğilmez, kirlenmez.

Amentü duasıyla ışıldayan birlik şuuru, diri tutar Müslüman’ı.

“Milletimde ihtilaf u tefrika endişesi/Kuşe-i kabrimde hatta bi – karar eyler beni.

İttihad oldu hücum –ı hasmı def’e çaremiz / İttihad olmazsa daim dağdar eyle beni.” (Milletimin anlaşmazlık ve parçalanması beni kabrimde bile rahatsız eder. Düşman hücumunu defetmek için tek çare birlik- beraberliktir. Şayet bu olmazsa beni ebedi gönlümden yaralar.) Yavuz Sultan Selim bu dizeleriyle ümmeti birliğe emanet etmiştir.

Çıkar ve makam dalgaları ile bölük pörçük olmuş insanlık, şuur düzenini bozarak kurduğu benlikte, hiçbir zaman huzurlu ve mutmain olamayacaktır. Bir gayenin etrafında toparlanmak için nefes aldığımız gerçekliği başköşede durmaya devam edecektir.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Sezai Karakoç: “Müslüman, birleş. Bir tek el, bir tek gövde ol. Bir tek şuur ör.”

Kalbinize emanetsiniz...