Karmaşık bir düzenle vücut bulan uygarlık, henüz kendini toparlamış değildir. İnsan verili doğasını muhafaza ederek, gelişime ve ilerlemeye dair haraketliliğini sürdürmeli. Yapı taşları oluşturulmuş kültürün dışa esnemesi, ruhi boşluğu başlatır. Sonrası huzursuzluk ve tükeniştir.

Çağdaşlık kalıbı ile öz kümelerin dejenere edilmesi, insan iç dünya tahribatını başlatır. ‘’İnsanın içindeki boşluk ne kadar büyükse o boşluğu doldurma çabası insanı o denli umutsuzluğa sürüklüyor.’’ Demiş Jodi Picoult. Ne istediğini bilemeyenlerin umut dünyası ne kadar anlamlı olabilir ki…

Pesimist ve hırlı olmak bu çağın kör gözleridir. Ve egolu insan yapısı buradan doğmuştur. ‘Ben’ dili ile tapınmanın, paraya ve –izm lere tutsaklık olduğunu kimse kabul etmez. Uydurma bir medeniyetin gövdesinde, modern köleler biriktiriyoruz geleceğe. Bizden kabuk değiştirmemiz istendi. Bu bir medenileşme değil, güçlüyü sırtta taşımak. Ezilmek. Onuru yitirmek…

Bendeki medeniyet, herkesin hassasiyetlerini koruduğu bir düzene sahip olması. Merhamet ve vicdanla beraber ilerleme olmuyorsa, orada bir şeyler yanlış gidiyordur. Ama yanlışa dur diyemeyecek kadar kafalar kuma gömüldü. Güce tapış insana kim olduğunu unutturdu. “ Çocuk kalmak iyiymiş; bizde iyi kaldık albayım, medeniyet bizi bozmadı.” Oğuz Atay’ın vurguladığı özden sapmamaya demirlenmek, ahlaki değerlerin korunmasıdır.

Sürekli yeni bir yapılanmaya giden medeniyetin yerleşim, gelişim, güç üçgeninde kontrol sapmasına uğramaması mümkün değil.

Medeniyet düzenleme, denetim ve uyum olarak işlem görmedi. Ne kadar geçmişten kopuk bir yaşam olursa, o kadar toplumsal seviyede ilerime olacak diye kabul gördü.

Sistemin dişlerinde köklere bağlılık yavaş yavaş eritildi. “Batı hayranlığı. Pozitivist denen, manevi inançları kökünden söken ilimcilik. Aklın da hürriyetin de karikatürünü aldık. Batı kafamızı bu düşünce enkazı ile yoğurdu ve insanımız eline verilen reçeteyi okumaya memurdur” der Cemil Meriç.

Şuur nerede kaldı. Kendi özüne muhalif, aslını kabul etmeyen inkârcılara dönüştürüldük. İnsanlığımızı, inancımızı ve huzurumuzu kaybetmiş olmayı henüz kabullenmedik bile. Bu iç dramı daha ne kadar ret edeceğiz bilmiyorum.

Uydurulan masalda birbirini tüketerek ilerleme ve şekillenmenin adı gizlendi. Medya, toplum ve sanat kuruluşları medenileşirken yok oluşun üzerini örtmeyi hedef bildi.

Medeniyette tükenmek, insanı çaresiz kılmaya davet etmekte. “Uygarlığın bedeli eşitsizlikle ödenmişti.” demiş George Orwell. Modern dünyanın tıkandığı yer, herkesin kendi biricikliğini ilan etmesiyle olacaktır. Gücü paylaşmayı değil, elde tutma hırsı, insanı yalnızlıkla baş başa bırakacak.

İlk olarak Fransa’da kullanıma girmiş medeniyetten söz etmiyorum. Çünkü o tanımın açılımında sömürü, haksızlık ve kirlenme var. Bizim derdimiz ve savaşımız; bize dayatılan medeniyet değil, tek gerçekliğimiz olan medeniyet bilinci. Yani İslam esaslarında yoğrulma.

Parçala, böl ve kazan denklemiyle sabitleşmiş kent tabiatı, ahlaksızlığa teşvik etmekte. İnsana, insanlığını unutturan medeniyet yapılanması göz boyamadan ibaret. Medeniyet doyumsuzluğu getirdi, şeffaflığı değil. Yaratılış özüne sahip çıkmayarak yitirdik içimizin güzelliğini.

 Ara sıra telefonla kısa sohbet ettiğim bir dostum geçenlerde dedi ki ‘’ insanların çoğu iyilik yapmaktan yorulduğunu söylüyor, bu ruh halini anlamıyorum.’’ İyiliğin karşılığını isteyecek kadar kendine kör olmayı nasıl becerdik acaba diye düşünüyor muyuz hiç? Maalesef imkânlar çok az kişiyi tevazu kılıyor! Bencilleşmeyi marifet sananlar çoğalmakta.

“Medeniyet ruhumuzla, aklımızla, kalbimizle ilgili evrensel bir gerçekleşme, tarihi bir oluş değişimidir.” diyen Sezai Karakoç’un tanımladığı “Hakikat medeniyeti” hepimizin tek gayesi.

‘Diriliş Neslinin Amentüsü’nde’ insanlığın portresini şu sözleriyle çiziyor Sezai Karakoç: “İslam kültür ve medeniyeti Kur’an ve Peygamber’den gelen İslam ruhundan fışkırmış bir terkiptir. Ab-ı hayat terkibidir. Karanlık içinde arayıp bulacaksın onu sen, diriliş eri. Hızır’ın olacaksın kendi kendinin.”

Dijital çağ, sınırsız bilgidir. Bu aralığa doğan yeni medeniyette yitişle dirilişe mi gidilecek; yoksa merkeze kendini koyan, zirvede bir narsisizm mi yaşanacak? Bunun cevabı belli aslında. Doğaya, canlıya ve kendi biyolojine hükmetme arzusu ile gözü dönen insanlığın medeniyet anlayışı, yok etme üzerine kurulu.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Necip Fazıl Kısakürek: “Ya Rabbi! Sana Hamd edebildiğim için de Hamd ederim.”

Kalbimize emanetsiniz.