Etrafında olup bitenleri olduğu gibi görmek, görmenin sadece mercekliğini yapan gözün sorumluluğu değildir…

O sorumluluk, merceğin aktardığı görüntüyü tartan, analiz eden akıl ve vicdana aittir…

Evet, insanların tek bir inanç ya da fikir etrafında toplanması yaratılışın temel prensipleriyle örtüşmez…

Ama bu, farklılıkları göremeyeceği ve sadece kendi inandıklarına hapsolacağı anlamını da taşımaz…

İnsan başka bir fikre inanmadan da onu anlayabilir ve farklılığının hakkını teslim edebilir…

Fakat ne yazık ki siyasette ve ideolojik yaklaşımlarda bu farklılıkları olduğu gibi görme konusunda çok ciddi sıkıntılar var…

Garip bir şekilde farklı olanın olumsuzlukları çok rahat bir şekilde görülebildiği halde olumlu yanları aynı şansa sahip olamıyor…

Bu, çıkarlara daha uygun olduğu için ya bilinçli bir tercih olarak ortaya çıkıyor ya da gerçek bir akıl ve vicdan tutulmasının bir sonucu…

Sebebi ne olursa olsun kaybeden akıl ve vicdandır…

Evet, bugün bütün dünyada yaşanan sorunların ve ilaveten de kendi iç sorunlarımızın varlığını inkâr edecek değiliz…

Fakat bu, olan ve olmaya devam eden birçok güzel şeyin inkârını haklı çıkarmaz…

Kaldı ki, daha önce önlerine para serseniz kalem oynatmayacak birçok Batılı yayın organının dahi takdirini kazanmış, istemeye istemeye de olsa yazmak zorunda kaldıkları kadar ciddi şeylerden bahsediyorum…

Öyle yerel tesiri bile tartışılır gelişmeler değiller bahsettiklerim; küresel zeminde tesir üreten ve bir domino etkisine sahip güçlü ilerlemeler…

Gönül isterdi ki Türkiye’nin bu göz kamaştıran yönünü, sevmeyenleri kadar ideolojik kıskaca takılmış olanlarımız da görebilseydi…

Çünkü bu kazanımlar iktidarın değil bütün milletindir; hatta “istemiyoruz” demelerine rağmen muhalif onlarındır da…

Nasıl olur da bir akıl, vicdan bu denli yankı uyandıran ilerlemelere, gelişmelere karşı acınası bir sefalete düşebilir…

Üstelik kendini ve gelecek nesillerini de ilgilendirdiği halde…

Mesela konjonktürün üzerine çıkan, “an”a hapsedilemez olan teknolojik ilerlemeler nasıl olur da bir akıl ve vicdan tarafından -bırakın takdir edilmeyi- alaya alınabilir…

Bu ülkenin bir uzay programı açıklaması kimi, ne için rahatsız eder mesela ve neden ülkesine reva göremez bunu…

Dünyanın konuştuğu ve birçok bölgede görünen ve görünmeyen denklemleri değiştiren İHA ve SİHA’lar kimi ve ne için mutsuz edebilir…

Sağlık siteminde rol-model olmuş, aşı programında öncü görünen ülkesiyle, sırf siyasi ikbal adına nasıl olurda alay eder bir insan; üstelikte nimetinden istifade ede ede…

Ağaçlandırmada Avrupa birincisi olan, dünya ekonomileri daralırken not kırma yarışına girenleri dahi şakına çeviren büyüme rakamları ile Türkiye’yi kim ve neden hazmedemez…

Tüm bunların sebepleri malum olsa da, hâlâ titreme ihtimali olan vicdanlara, kendi gözlerinden görünenin acayipliğini göstermek adına vurgulamak gerekiyor demek ki…

Bütün bu motivasyon kırıcı inkarlara rağmen, yılmadan -hatta daha da azimle- üretenler çok büyük bir takdiri hak ediyor bana göre…

İstemedikleri halde verildiğinde “almıyorum”, yapıldığında “kullanmıyorum” demeyen/diyemeyen ufuk fukarası beyinlerin, merhamet fukarası vicdanların neyi hak ettiğini de, okurun takdirine bırakmak daha iyi olacak sanırım; tanımlayarak onlara layık “ödülü(!)” sınırlandırmayayım…

İçinde bulundukları sefaletten kurtulmaları için onlara önerim, bu topraklarda binlerce yıl önce yapılmış eserlere iyi bakmalarıdır…

Onlardan kimin yaptığına mı, yoksa nasıl yapıldığına bakarak mı istifade ediyorlar; velev ki Bizanslılar bile yapmış olsa…

Yapılan her güzel şeyde bütün insanlığın hakkı vardır çünkü her türlü düşünceden bağımsız olarak…

Lazım olan şey sadece aklı ve vicdanı özgür kılmakla ilgilidir…

İdeolojik bariyerlerini aşan akıl ve vicdan ancak başkasındaki iyi olanı görebilir; değilse esaretiyle ama esir olduğunu bilemeyecek kadar da acınası olarak yaşamaya devam eder…