Şubat ayı, farklı özelliklerle gündeme gelmektedir son yıllarda. Özellikle Milli Görüş camiasının lideri Prof. Dr. Necmettin Erbakan’ın vefatı ve 28 Şubat Postmodern Darbesinin birbirini takip eden günlerde vuku bulmuş olması sosyal medyada ciddi bir duyarlılığın gündeme gelmesine vesile oldu.

Bilindiği üzere 1997 yılının 28 Şubat gününde Sincan sokaklarında tankların yürütülmesiyle neticelenen süreçler yaşandı. Esasında dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın Ziya Gökalp’a ait olan bir şiiri okuması sonucu başlayan kurmaca olaylar, 90’lı yılların karanlık bir döneme sahne olacağının habercisiydi.

Belki de 28 Şubat darbesini Merhum Turgut Özal’ın zehirlenmesi olayına kadar götürmek mümkündür. 1970-1980 yılları arasındaki sağ sol çatışmasını organize eden el, bu sefer laikliği kendisine kalkan yaparak muhafazakâr insanları dişlileri arasında öğütmeye niyetlenmişti.

Bir yandan PKK terör örgütünün saldırıları artarken ve TSK bu saldırıları karşısında şehitler verirken bir yandan ordunun komuta kademesi siyaseti esir almış, siyasileri basit kuklalar haline dönüştürmüş durumdaydı.

Yasalardan ve vicdanlarından başka kimseden ve hiçbir güçten emir almamaya yemin etmiş kelli felli yargıçlar askerlerin direktiflerini almak için tıpış tıpış karargâhın yolunu tutmuştu. Genel Kurmay salonları hukuk dağıtmaya başlamış, Türk basını hep bir ağızdan darbeci bültenlerine dönüşmüş, dönemin yüz karası Sivil Toplum Kuruluşları kirli ittifaklarla darbeci askerlerin emir erleri haline dönüşmüştü.

Böyle Bir zamanda milletin emanetini başının üstünde taşımaya çalışan Merhum Erbakan Hoca, her alanda sıkıştırılmaya başlanmıştı. Siyasetin başındaki zat ise bu tiyatronun görünürdeki liderliğine soyunmuş “Başı kapalı okumak isteyen Arabistan’a gitsin!” sözüyle tarihin affetmeyeceği bir hataya sürüklenmişti.

Katsayı adaletsizlikleri, İmam Hatip okullarının kapatılmaya zorlanması, Kur’an Kurslarının öğrencisiz bırakılması, kamusal alan yaygaraları ile kamu çalışanlarına yapılan zulümler hala hatılarda tazeliğini koruyor.

28 Şubat darbesinin bin yıl sürmediğini herkes gördü. Zulümle abat olunamayacağını cümle alem anladı. Fakat 28 Şubat zihniyetinin ülke sınırları içerisinde diri olduğunu ve ilk fırsatta aynı zulümlerine yeniden başvuracaklarını unutmamak zorunda bu millet.

Kamusal alandaki başörtüsü ve kılık kıyafet serbestisi dahil kazanımların daha kuvvetli yasal dayanağa kavuşturulması gerekmektedir. 28 Şubat zulmünün merkezinde yer alan ve çok büyük mağduriyetler yaşayan insanların itibarlarının iade edilmesi, yaşadıkları maddi ve manevi zararın tanzim edilmesi meselesi hala ortada durmaktadır.

Belki de Merhum Necmettin Erbakan Hoca’nın boncuk boncuk terlemesiyle dirilişe ulaşan insanımız, son yıllarda yaşanan rahatlıkla rehavete kapılmış durumdalar. Kamu yetkisi kullanan insanlar bulundukları yerlerin hakkını verme adına 28 Şubatların tekrar etmemesi için yasal, sosyolojik, psikolojik ortamları oluşturmak durumundalar.

Başkanlık sisteminin bir sonucu olarak yetkinin kaybedilmesi ve art niyetli insanların devlet yönetimini ele alma ihtimalleri ortadadır. Erbakan Hoca’nın uğradığı haksızlıklara rağmen sağ muhafazakâr partilerin bile 28 Şubat’ı bu millete reva gören zihniyetin peşine takılmaları herkesi düşünmeye ve tedbir almaya teşvik etmelidir.

Çok acil olmayan kamu yatırımlarını bir müddet bekletip insanların gönül kapısını aralayacak ve desteğini alacak yeni bir çalışma perspektifine her zamankinden daha fazla ihtiyaç yok mu?