Mazi ile bağımız koptuğu nispette uzaklaşıyoruz zamana meydan okuyan birikimlerimizden. “Geçmişten günümüze” ifadesi yosun tutmuş bir taş gibi takılıyor ayaklarımıza. Düşüyoruz…

Derin ve aidiyetsiz bir boşluğun içinde çırpınıp duruyoruz. Çünkü günümüz ile mazi arasındaki bağlarımıza tırpan vurulmuş.

Köksüz ve yaratılış gayesinden mahrum olan muhterislerce üretilmiş sistemlerle yaşamak için ihtiyaç duyduğumuz beslenme, barınma, giyinme, eğitim, sağlık gibi tüm alanlar birer tüketim sektörü haline getirilince Yaratıcımızın bir şükrediş karşılığında bahşettiği tüm nimetleri satın almak zorunda kalışımızın adı epeydir “modernite”.

Hikmetle var edilmiş tüm kaynaklar dünyaperstlerin tekeline girdi gireli sahip olmak istediğimiz her bir şey için ederinden fazlasını ödeme mecburiyeti normalleştirilmiş durumda. Çünkü “moda, trend, yeni, daha yeni ve daha iyi” gibi kışkırtıcı tuzaklara düşmeye amade hale getirildik.

Değişmeli, dönüşmeli, ihtiyacımızdan fazlasına tamah etmeliydik ki, bu pratikle köklerimizden kopuşumuz hızlansın.

Varlıktan saydığımız ne varsa yüksüneceğimiz, utanacağımız, külfet addedeceğimiz bir hale getirilerek terk etmemiz sağlanırken satın aldığımız her yeni eşya (şey) karşılığında ederinden fazlasını ödediğimizin ayırdına varamayacağımız kadar efsunlandık.

Köksüz uygarlıklarını ikame etmek isteyen Batı/lın kurduğu tuzaklara düştük ve edindiğimizin parasından fazlası olan öz kültürümüzü de üstüne ekleyip ödeme yaptık.

Akıl gözümüze “modern” bir göz bağı bağlandığından, zihin tutulmasına maruz kalışımızdan, “yeni” vaadi ile köleleştirildiğimizden bu yana tüketmek temel kaidemiz oldu.

Kullandığımız tüm eşyalar yenilenirken, yiyeceklerimiz, içeceklerimiz raflara dizilirken, giyeceklerimiz de nasiplendi bu pahalı vazgeçişimizden. Öylesine vazgeçtik ki “biz” olmaktan, kendimiz olmaktan, hatta fıtratımızdan eşyadan mülhem bir marka ibaresine indi varlığımız.

Zengin kültürel mirasımızda gözü olanlar ilkin renklerimize sonra desenlerimize göz koyduğundan beridir kalmadı aşinası olduğumuz hatıratlardan, eşyalardan, atalarımızın biriktirdiği servetten günümüze aktarılmış pek bir şey…

Dünyanın her yerinde, yüzyılı ardında bırakan üretilmiş eserler, eşyalar klasik olarak adlandırılıyorken, antik bazaarlarda, müzayedelerde muazzam bedele ulaşıyorken, bizler yeni ile bedava takas eyledik nemiz varsa…

Halbuki, demire şekil veren, ağacı eşyaya, madenleri zarif dokunuşlarla işleyerek sanata dönüştüren peygamberi meslekleri kuşanmış atalarımız vardı.

Türk- İslam kültürüyle şekillenmiş “giyim kuşam” adabımız dünyaya letafet, zarafet yayardı.

Bizim coğrafyamızdan neşet ederdi renkler, desenler… İmanlı kalplere bahşedilmiş bir ilhamla güzelleşirdi kainatta var edilmiş her madde.

Mesela yazmalarımızda rengarenk çiçekler açar, bindallılarımızdan sırmalar taşar, entarilerimizden asalet akardı.

Belimize doladığımız kuşak, kemere, boynumuzda bağladığımız fiyonklar düğmeye dönüşünce tez açılır, hızlı çözülür oluverdik. Böyle böyle yitirdik yenimizi, yerimizi…

Ve pandemi ile daha da eşitlendik de, selamsız sabahsız zamanlara yelken açmak üzereyiz!