“Biz ki zamanı tırnak içinde alıp yaşadık” demiş İlhan Berk. Kendine iyi davranmak isteyen insan, zamana önem verir. Merkezde zaman olunca, doğruya yürümemek neredeyse imkânsız.

 Zaman ve gençlik; iki sihirli kelime.

 “ İnsan ne isterse, zaman o olur.” demişti çok sevdiğim bir genç kardeşim.

Sevgili gençlik, benden eleştiri ve nasihat bekleme. Ama anlaşabilirsek, kendini bana anlatabilirsin. Nasıl mı? Yıllar önce aynı endişeler, hüzünler ve çıkmazlarla sınanmış biri olarak; bazen dibe vuruşla, çırpınışımla, boğazımdaki yumruyla, ıslak kirpiklerimle bazen de beni idelerimle kavuşturan azmimle tanışarak?

“İnsanın içinde bütün dünya vardır ve eğer nasıl bakman ve öğrenmen gerektiğini bilirsen, kapı orada ve anahtar elindedir. Yeryüzünde senden başka hiç kimse ne sana o anahtarı verebilir ne de kapıyı açabilir.” Jiddu Krishnamurti. Demem o ki sadece dertleşelim.

Göğsümüze saplanmış cam kırıklarını saklamayı marifet bilir kimileri. Bunun adı güçlü olmakmış. Arkadaşım, bu insanın kendini boğması değil mi? İçe ata ata, dertleşme ihtiyacını bastırarak, yavaş yavaş gizli canavarlara dönüşür insan. Bu hale gelmemek için, savaşmalıyız kendimizle. Acıya gömülen insan bir gün ya kendine ya da etrafına zarar verir, istemese de verir.

Bize yarayı içte tutmayı öğrettiler. Bu yanlışla sarmaş dolaş büyüdük. Şanslıydık, hangi koşulda olursa olsun, iyiliğin evinden çıkmadığımız için. Eskinin merhamet adlı gözü, bugünden çok daha derin bakışlıydı. Belki de bizi merhamet korudu. Bu dijital çağda, toprak kokusundan uzakta ancak soluk benizli bir vicdanlar çıkar karşına. Tutmak sevgili gençlik, bir eli sımsıkı tutmak; kendine yazdığım mektuplar gibidir.

Hadi elimi tut!

İnsan ne zaman kendini iyi hisseder biliyor musun?.. Kendini dinleyen birini bulduğunda. İçini dökmeye ihtiyacı olanları, dinlemeyi seviyorum…

Ben buna kalplerin söyleşmesi diyorum: Kelimeler bittiğinde, herkes kendi iç evine gittiğinde; garip bir huzur kalır geriye. Arınma mı sence bunun adı. Evet rahatlama.

“Bir keresinde, ben küçükken bir ağaca tırmandım, şu yeşil elmalardan yedim. Karnım davul gibi şişti ve çok acıdı. Annem ‘Elmaların olgunlaşmasını bekleseydin, hastalanmazdın’ dedi. Şimdi ne zaman bir şeyi çok yemek istesem, annemin elmalar için söylediği o şeyi anımsıyorum.” Uçurtma Avcısı.

Eğer bu dostluğa bir ad koymak istersek; adı, anne nefesi olsun. Çok kitap okudum, çok şey yazdım ama hiçbiri annemin cümleleri kadar beni etkilemedi. Annemin hayatın içinden verdiği örnekler, hep sağ kolum oldu. Yaşım ilerledikçe daha daha çok sevdim annemi. Annemi sevmek, doğruyu sevmek çünkü.

Sevgili gençlik

Daha ben yarım asırlık bir ömre doğru giderken kendimi anlamamışken, seni anlıyorum gibi baba bir cümle kuramam. Gel hayatı yorumlayalım birlikte. Seviyorum deyip, sevmeyenlerin dünyasını konuşalım. İhanetleri, şerefsizliği, ayrımcılığı, ikiyüzlülüğü anlatalım birbirimize.

Onur ve başarı. İnsan bu iki şeyle hem kendini kurtarır hem de etrafındakilerini. Unutma onurlu insan, başarıya ve azme âşıktır. Sadece onurlu insan menfaatine düşkün değildir.

“İnsanları yasa ve ceza ile yönetirseniz, onlar bir daha yanlış yapmayacaklar, ancak şeref ve utanma duygularına da sahip olmayacaklardır. İnsanları erdemle ve ahlak kuralları ile yönetirseniz, o zaman hem utanma duygusuna sahip olacaklar, hem de doğruyu yapmaya çalışacaklardır.” der Konfüçyüs. Bana söylesene sevgili gençlik; onur, şeref ve ar olmadan insan olabilir miyiz? Mümkün değil. Öyleyse itaat etmeye programlanmış robotlara dönüşmeyi ret edelim.

Azim sayesinde kendimizi kontrol edebiliriz.

Richard Wagner, Alman opera bestecisi İsviçre’de sürgünde “Nibelungen Yüzüğü” adlı opera dizisini yazdı. Azimliydi. Gergin müzikleri çok şey söylemekte. Wagner, dokuz çocuğun küçüğü, babasını çocukken salgında kaybetmiş, annesi yeniden evlenmişti. Maddi sıkıntıları vardı, borçları yüzünden ülkesini terk ederek Paris’e kaçtı. Wagner hayatının olumsuzluklarını, sanat cephesinde eriten bir müzisyen. Sevgili gençlik istemek ve başarmak arasında ince bir çizgi vardır. Çoğu zaman seni dikkatsiz ve umursamaz kılan bir çizgi. Gel birlikte o çizgiyi tanıyalım.

Bütün gençler, yaşadıkları yeri kurtarmak isterler, hayaller kurarlar. Önce kendini tanı sevgili kardeşim. Nasıl mı? İkinci mektupta anlatacağım bunu.

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Özdemir Asaf: “Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç.”

Kalbinize emanetsiniz…