Kur’an-ı Kerim’in, “Seni yaratan Rabbinin adıyla oku!” emrinden ilhamını alan âlimlerimiz, ariflerimiz ve ediplerimiz, bu ilahi sözün ilhamıyla insanı inşa etmeyi gaye edinmişlerdir. Nitekim gücünü ezelî kelamdan alan münevverlerimizin ilim, hikmet ve sanatla bezeli eserleri, kültür ve medeniyet dilimizi oluşturmuştur.

***

“Hoşça bak zâtına
kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan
âdemsin sen”
Şeyh Gâlib
(Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.)
***
“Hoşça bak zatına” derken insanın yaratılışı üzerine düşünmenin gerekliliğini öğütlemenin yanı sıra, ümitsizliğe düşmenin, dünya dertlerinin altında ezilip kalmanın, mücadeleden vazgeçmenin de insan onuruna ve fıtratına, özüne yakışmayan bir davranış olduğunu ifade etmektedir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı, “Dünyaya geldim gitmeye” diyor. Seküler bakış açısı için “gitmek” , “bitmek” demek ve “gitmenin ötesi” bir muammayken, Müslüman için böyle değil. “Hayat-ı cavidanı bir şeyh-i kâmilden sual ettim / ‘Ölümden evvel ölmektir’ deyince intikal ettim” dizeleri, ölünün ihtirassızlığından yola çıkarak insanın yapmak zorunda olduğunu, ancak ihtiras sahibi olmaktan kaçınılması ile mümkün olabileceğini ifade ediyor.

Modernite bizim tefekkür dünyamızın ürünü olmadığı için “ihtiras” üzerine kuruludur. Dayanağı kendi varlığıdır ve o varlık modern insana, “Önce ben, hep ben.” dedirtir. Müslüman’ın varlığıysa nefes alırken bile “Hu” der. Her nefes bir zikirdir, bir “Hû” dur. Bu mana da aslında her insan, her var olan her an “zakir” dir. Bütün kâinat zikir halindedir.

“An”, bir emanet. Önce ânın kıymetini bilmek lazım. “Bu bir demdir gelir geçer, duyamazsın demedim mi,” diyor Pir Sultan Abdal. Bilmek lazım, yaşadığımız anın, anı yaşadıklarımızın kıymetini bilmeliyiz.

“Hay” dan gelip “Hû” ya giden bu yolculuk boş yere olabilir mi?

Sâd Suresi 27. Ayet “Göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık…”

Hiç bir şey boş değildir. Her varoluşun bir yolculuğu var. Her yolculuk ilk bir adımla başlıyor. Yolculuk ne kadar kısa/yakın ya da uzun/uzak olursa olsun bu yolculuğun durakları var. Durak ne kadar çok olursa da olsun bir son durak var.

Öyleyse bu yolculuk “O” gerçeğe ulaşma yolculuğu değil midir? Hangi açıdan bakarsak bakalım, geldik Hay’dan gidiyoruz Hû’ya…

Hayat, bir arayış, bu arayışın da durakları var. Bu yolculuğun menzili bellidir. Bu boşa kürek çekmek değil. Hiçbir şey boş değil, her şeyin bir sebebi var. “Hay”dan gelip “Hû”ya gidiyoruz. Duraklarda biriktirdiklerimizle.

Bu senin yolculuğun. Her şey SEN ile başlıyor. Mucizenin başlangıcı işte bu “sır” da. Bu yolculuğu seninle SEN yapacaksınız. Tanıştırayım yol arkadaşın SEN. Sen sen ol. Seni sev. Kendini sevmelisin önce. Kendini sev derken; küstahça bir kibir, aşırı gurur değil kastım. Eşref-i mahlûkat olan, yaratılmışların en şereflisi mucizevî bir varlık. Yaradılış gayesini bilen bu gaye için beden ve akıl nimeti ile donatılmış varoluşun temsilcisi bir SEN.

“Hay” dan “Hu” ya bir aşk yolculuğu, kendini bilme yolculuğu kastım. Kendini önce sen sevmelisin ki sevgi yolculuğu başlasın. Var mısın?