70’li yaşlarında, ak sakallı, iki eliyle sürdüğü ve eski kıyafetlerle dolu seyyar arabasındaki küçük radyosundan ilahi dinleyen ihtiyarın yanına usulca sokulup selam verdim.

Tebessüm edip ‘Aleyküm selam’ dedi. Giysileri ve eşyaları niye topladığını sordum amcaya, peşinden de derdine ortak olmak maksadıyla ekledim… ‘Geçim telaşı mı, zor olmuyor mu?’

İkiye bükülmüş belini doğrultup yüzüme baktı, yine tebessümle, topladıklarını ihtiyacı olanlara dağıttığını söyledi. Bu kez bu güzel çabası için sordum. ‘Bu yaşta zor olmuyor mu?’

Yüzüme bakıp “Meşgale yavrum, meşgale” dedi ihtiyar amca, ardından ekledi:

“Ahir ömrümde boş durmuyorum, Allah’ın rızasını kazanıyorum, daha ne olsun…”

***

Genç arkadaşlarla meslek öğrenme, geçim telaşı ve kariyer üzerine sıkça sohbet ediyorum.

Bulunduğum pozisyonların icabı önüme gelen özgeçmişler ve yaptığım mülakatlar ya da akademideki öğrencilerimin soruları bana gençlerin sıkça yaptığı bir yanlışı gösteriyor. Bir an önce ve kolay para kazanma hevesini, mesleğine hakim ve nitelikli insan olma çabasının önüne geçiriyorlar.

Üniversitede kendini yetiştirmek için mücadele etmeyen, işyerlerinde sabretmeyen, hızlıca çok para kazanma peşinde olan, bu sebeple de iki-üç yıllık iş hayatlarını anlatan özgeçmişlerine onlarca iş deneyimi sığdıran gençlerin ne yazık ki başarı ve mutluluk şansı da azalıyor.

Gençler, parayı hayatın merkezine alan tercihlerin mutluluk getirmediğini öğreniyor ancak geç oluyor. Bu sebeple gençlere Prof. Dr. Bedri Gencer’in çok sevdiğim 3M formülünü aktarmaya gayret ediyorum. Formül meşgale, maişet ve misyonun baş harflerinden oluşuyor. Formül, Japonların mutluluk felsefesi ‘İkigai’nin bizim dilimiz, kültürümüz medeniyetimiz ışığında yorumlanması da sayılabilir.

Meşgale, insanın yaparken mutlu olduğu mesleğini, işini, uğraşını tarif ediyor. Maişet, insanın yaşamını idame ettirebilmesi için ihtiyaç duyduğu gelirini ifade ediyor. Misyon ise meşgale ve maişetin kesiştiği noktada insanın hayatını adadığı bir amacı olması gerektiğini söylüyor. Bu üçü bir arada olunca mutluluk da kendiliğinden geliyor. Ancak gençler sadece maişet telaşıyla yaşıyor.

Gençleri kolay para tuzağına düşüren sebep ise belli: Lüks ve şatafat içindeki insanların çalışmadan, çabalamadan bedel ödemeden zengin ve mutlu olduğuna dair yanılgılar.

Şimdi projeksiyonu biraz daha geniş tutalım.

Dedeleri Çanakkale’de vatanında aç ama onurlu yaşamak için şehit düşmüş, babaları çıplak ayakla ama onuruyla yaşamış, ancak kendisi kolay para peşindeki bu gençlerin yerine, imparatorluk bakiyesi olan ve henüz gençlik çağını yaşayan Türkiye’yi koyun…

Bu genç ülkenin özgeçmişi; 6 ay bile sürmeyen hükümetler, elinde avucunda ne varsa hortumlamış bankalar, gecelik yüzde 7 binlere varan faizlerle devlete borç veren kan emiciler, terör üzerinden umudunu, enerjisini sömürmüş kenelerle dolu.

İşte bu genç ülke, ilk kez, istikrarlı bir iş sahibi olan, geleceğine yatırım yapan, önünde parlak bir kariyer fırsatı olan nitelikli bir genç gibi, sanayisini geliştiriyor, katma değeri yüksek üretime yatırım yapıyor. Tüm bunları da “Boyun eğerseniz önünüzü açarız” diyen küresel çetelere ve taşeronlarına inat, milletiyle, devletiyle can pahası, kan pahası, mal pahası bedel ödeyerek yapıyor.

Bu saatten sonra yüksek faizle parasına para katmak isteyen lobilerin üretime, istihdama engel olmasına izin mi vereceğiz? Faizle paralananların, bu ülkeyi paralamasına müsaade mi edeceğiz?

Yoksa günübirlik operasyonlara dişimizi sıkıp önümüzdeki parlak geleceğe mi adım atacağız?

Ne diyordu delikanlı şair: Dönen alçak olsun!

 ***

#KulağaKüpe Livaneli derse, çık

“Darbeler, kendilerine Kemalist diyen, çapsız NATO subaylarının işiydi. Mustafa Kemal ‘Kemalist’ değildi. Nasıl din ve milliyetçilik kavramları sömürüldüyse, ölümünden sonra o da sömürüldü. Hem de düşmanları tarafından.” Zülfü Livaneli böyle demiş. Kendisinden “Atatürk gibi bir liderin yasayla, kanunla, korunmaya sevdirilmeye ihtiyacı yoktur.” çıkışı da gelir mi?