Bazıları hikâyelere delil arar, efsanelerde hakikat arar, rüyalara tabir arar bazıları. Oysa tarih hayal edenlerin ve rüya görenlerin var ettiği bir âlemdir. Bir gaye uğrunda ömür sürenlerin yürüdükleri bir vadidir tarih ve onlar isimleri anılsın diye, şöhret bulsunlar diye değil, bir gaye uğrunda, bir dava uğrunda gerekirse isimleri unutulsun ama davaları var olsun diye hayat sürmüşlerdir.

Hem bazıları bilmez ama bütün gerçekler bir hayalle başlar…

Tarih kitaplarında geçen bir rivayeti anlatayım;

Dört yüz atlı alp, başlarında Ertuğrul Gazi olduğu halde at üstünde sohbet ede ede bir tepeyi geçip de ovaya indikleri vakit kızılca kıyametin koptuğunu ve orada bir savaş olduğunu gördüler. Bir tarafta başları sarıklı yiğitler, diğer yanda elleri kılıçlı garipler. Bir yandakilerin dilinde anlamadıkları lisanda cümleler ve bir tarafta “Allah, Allah” diyen gaziler. Lakin gaziler mağlup haldeydi ve kâfir galip geliyordu onlara. Henüz bilmiyorlardı lakin bu cenk edenler Moğol askerleriyle Selçuklu gazileriydi.

Ertuğrul Bey hemen yoldaşlarına seslendi;

- “Gaziler” dedi “yanımızda kılıç taşırız ve dahi Allah Allah diyen Müslüman erleri savaş meydanındır ve zor durumdadır. Haydin Hızır gibi kardeşlerimizin imdadına yetişelim” dedi.

Ve bu söz üzerine yiğitler cenk meydanına, Moğol askerlerinin arasına daldılar. Kılıç üşürüp, ateş gibi indiler Moğolların üzerine. Savaşın seyri değişmiş, mağluplar galip hale gelmişti. Moğollar daha fazla dayanamayıp da geri çekildiler.

Savaş bitmiş, Müslümanlar galip gelmişlerdi. Kayı yiğitleri bilmiyorlardı lakin Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubat da savaş alanındaydı ve bu ansızın gelen yiğitlerin savaş meydanında yaptıklarını gözleriyle görmüş ve şaşırmıştı hatta cengâverliklerine. Ve askerlerini yara yara Ertuğrul’un yanına geldi.

- “Kimsiniz?” dedi “Savaş meydanında bunca yiğitlik eden sizler kimsiniz?”

- “Kayı boyundan gazileriz. Ben Süleyman Şah oğlu Ertuğrul’um” dedi. Ve gözlerinin içi parladı Alâeddin Keykubat’ın zira daha evvelinden Ertuğrul’un cenk meydanındaki yiğitliklerini işitmiş lakin dünya gözüyle hiç görmemişti. O ki karşısındaydı şimdi bir kardeşe sarılır gibi sarıldı Ertuğrul Bey’e

- “Ya böyle nereye gidersiniz?” dedi Alâeddin Keykubat.

Yanındaki yaşlı dervişin gözlerinin içine baktı Ertuğrul. Zira “uzaklar yakın olacak” diye söylemişti ona bu Yesevi dervişi.

- “Uzaklara” dedi Ertuğrul “Uzaklara gideriz.”

Alâeddin Keykubat’ın hoşuna gitti bu cevap ve savaş alanında gösterdikleri yiğitlik için belki de;

- “Domaniç ve Ermeni dağlarını yaylak, Söğüt’ü ise kışlak olarak size verdim.” dedi.

Baş kesti, kabul etti ve dua etti Ertuğrul.

Ve yiğitler içindeki yaşlı Yesevi dervişi Ertuğrul’a yaklaştı. Bir iyice baktı gözlerine, tebessüm etti sonra. Ve kulağına eğilip fısıldadı;

- “Deryayı geçecek ve devlet olacağız.”

Ve gittiler, gidebildikleri kadar uzağa.”

Bunu niye mi anlattım. Yirmili yaşlarında bir hayal kurmuş ve o hayale inanmış bir adamın ve ondan sonra gelen her kim varsa hepsinin uğrunda can verdiği o rüyayı şimdi bizler yaşıyoruz diye anlattım. Ve üzerimizdeki vebali omzumuzdaki derdi ve şayet bu gün zoru görüp de vazgeçersek neleri terk ettiğimizi bilelim diye anlattım.