Zaman zaman şiddetini artıran ve iktidarı adeta oluşturmaya çalıştığı toz bulutunda görünmezliğe gark etmek isteyen yalan ve iftira kasırgalarına şahit oluyoruz…

Bu yalan ve iftira kasırgalarının açık ses ve işaretlerini bu ülkede meşru zeminde siyaset ya da iş yapanlardan duyuyor olsak da, üretip bu ağızlara derin suflelerle pazarlayanların kim olduğunu da engin bir ferasetle ve hissiyatla anlamak durumundayız…

Eğer bu sinsi bağı iyi algılayamaz isek, iftira ve yalanın membaına yönelik mücadelede zaafa uğrarız…

İyi bir gözlemci, ifade biçimlerinin izini sürdüğünde bahsettiğim membaın kim ya da kimler olduğunu çok iyi anlayacaktır…

Bugün özellikle sosyal medya gibi açık kanallardan ve yeni medya araçlarından, bunun yanında etkiledikleri şahıslar üzerinden, iktidara yönelik bütün yıkıcı anlayışlarını topluma rahatlıkla zerk eden bir FETÖ terör örgütü propagandası ile karşı karşıya olduğumuzu gösteren açık işaretlerden bahsediyorum…

Bun yanında PKK terör örgütünün de aynı işlevi farklı kavramlar ve işaretlerle ama FETÖ ile entegre bir şekilde yürüttüğü çok açık…

“Ayakkabı kutuları, ceza evlerindeki çıplak arama ya da bebekler, ben haram yemedim, hırsızlar, tiran, kontrollü darbe vs.” şeklinde birçok sözü tedavüle sokan ve hiç ummadığınız ağızlar tarafında da terennüm edilen ifadelerin membaının FETÖ olduğu aslında hiç müphem değil…

Ya da “demokrasi, insan hakları, özgürlük vb.” ifadelerle iktidara yönelenlerin, bu sufleleri PKK ve ya onun siyasi uzantısı HDP’den aldığı gerçeği…

Bu sufleler aslında seçmen tarafından defalarca adresine iade edildi; AK  Parti’yi defalarca iktidara getirerek…

Fakat her yenilgi sonrasında kısa süreliğine kaynağına çekilen bu ifadeler, her hissedilen sıkıntıyla -sebebi ne olursa olsun- birlikte yeniden ve bıkmadan sahaya sürülüyor…

Belli ki bu propagandanın diğer sorunlara eklemlenmesini ve o sorunları büyütmesini arzuluyorlar…

Pandemi sürecinin bütün dünyada meydana getirdiği küresel sorunları Türkiye ölçeğine hapsederek, dünyadan izole bir sorun haline indirgeyerek toplumu analojiden yoksun bir çarpıtmaya inandırmak için azimle çabalıyorlar…

Bu konuda oyu “sıfır virgül bilmem kaç” olmayan aculları bile cesaretlendirdiklerine göre, seçmenin işi kolay sayılmaz…

Her daim pür dikkat bir hal ile duyumları yorumlamak, elbette kolay değil…

Bir de bu suflelerin, bir gaflet anında adeta bir gaz kaçağı gibi sızdığı en yakın ağızlardan gelmesi durumunda, seçmen çok daha savunmasız olarak bu propagandaya maruz kalabiliyor…

Bu durumda dikkatin çok daha yüksek seviyede olması ve seslerin kaynağına dair malumatların çok iyi bir içselleştirme ile zihinlere kazınması gerekir…

O takdirde yıkıcı, bölücü bir düşüncenin aroması hangi konuşmaya sinerse sinsin, onu anlamak çok daha kolay hale gelecektir…

Vatanına, dinine, bayrağına ve her türlü mukaddesatına samimi olan bir vicdan, en sinsi aromayı bile yakalar ve adresine iade eder…

Bugünkü en mühim mücadele açık işaretlerle değil, onları besleyen daha derin küresel ve onların piyonu örgütsel yapıların zerk ettiği zehirli düşüncelerledir…

Her türlü hedef şaşırmanın mümkün olduğu bu mücadele için en önemli donanım ise ilim ve akıldır…

Eğer bu mücadele güç unsurlarının kullanımına evrilir ise ilim ve akılla verilen mücadele kaybedilmiş demektir…

İnşa’Allah bu millet buna izin vermeyecek, kadim geleneğinden beslenmesini bilecektir…