İsmet Özel'in "Waldo Sen Neden Burada Değilsin" hikâyesini çoğumuz biliriz. Özeti kısaca şöyledir:

Amerika ile Meksika arasındaki savaşı protesto etmek için ödemesi gereken 1 dolarlık seçmen vergisini ödemeyen ve bu yüzden 1 gecelik hapse düşen Henry David Thoreau'nun çok sevdiği dostu Raplh Waldo Emerson onu karakolda ziyarete gelir. Telaşla onu görmek için hücresine geldiğinde ilk sorusu şu olur:

"- Henry, sen neden buradasın?"

Henry'nin cevabı bir yaşam ilkesi olacak kalitedir:

"- Waldo, sen neden burada değilsin?"

Bazen hayatımızda kendimizi Waldo'nun Henry karşısında yaşadığı mahcubiyet içerisinde hissedebiliriz. İyi olan da budur. Yani inandığımız idealler ve ilkeler uğruna bir şeyler yapamamış, söylememiz gereken şeyleri söyleyememiş, savunmamız gereken doğruları bazı küçük kaygılar veya başkalarını rahatsız etmemek ve tepki çekmemek için savunamamış olmanın sonucunda bununla yüzleşmek ve bunu yapabilenler karşısında eziklik yaşamak. Bu bir seviyedir en azından bilinç, farkındalık ve şuur göstergesidir. Ama yine de eyyamcılıktır. Ve düşük bir seviyedir. Ama yine de buraya hiçbir zaman ulaşamayacak insanlar vardır. Bildiğini söylemeyen dilsiz şeytandır, bir kavme olan sevgimiz veya öfkemizin bizi doğru yoldan ayırmaması lazımdır. Neticede en yüksek rütbe ‘cenneti ala’dır bu mertebe de sizden iyiliğe ve hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten nehy eden bir zümre olsun ayeti kerimesine mazhar olanlar içindir. Ne olursa olsun bir münker gördüğümüzde elimizle, dilimizle düzeltmemiz bunları yapamaz isek kalbimizle buğz etmemiz gerekir. Bu da imanın en zayıf noktasıdır.

Güzel bir söz; niçin yaşadığını bilen her güçlüğe katlanır. Yani inancı, hedefi ve ilkesi olan insan, en güçlü insandır. Dolayısıyla insanın fiziksel omurgası kadar psikolojik omurgası da önemlidir. Psikolojik omurgayı ayakta tutan da doğrularını ve ilkelerini savunarak hedefe ulaşmaktır. Aksi halde Makyavelizm (hedefe giden her yolu meşru görmek), nepotizm (adam kaydırmak) ve kariyerizmdir (makam mevkiye tapmak) oluşur. Maalesef makam, mevki, güç, güzellik, şöhret, çevre ve başarı salt psikolojik omurgaya katkıda bulunmaz. Zenginlik yerine kanaat, statü yerine doyum, başarı yerine erdem, mevki yerine hasbilik, şöhret yerine de ihlas peşinde olmak ise psikolojik omurgamızı güçlendirir.

Sorgulamak ve konumuyla yüzleşmek, eksikliklerini, hatalarını ve zaaflarını en azından kabul etmek, bilmediğini bilmek üstün bir özelliktir. Ancak Dunning Kruger Sendromu toplumumuzda çok yaygındır. Bilmediğini kabul etmemek anlamına gelen bu sendromu yaşayan insanlar net kanıtlara rağmen bilmediklerini, hatalı olduklarını veya kullandıkları yöntemin onu çözüme veya hedefe ulaştırmayacağını bir türlü kabul etmek istemez ve kendilerini aldatırlar. Zamanla gerçek durumlarını görme ve yüzleşme fırsatını kaçırdıkları için Üstad Necip Fazıl’ın dediği gibi; Yükseldik sanırlar alçaldıkça tabana. Belli bir süre sonra da gerçek konumları ile ideal benlikleri arasındaki fark uçuruma dönüşür ve artık eksiklerini görme fırsatını asla elde edemez ve bir nörotik kısır döngü içerisinde, herkesin kendileri için tehdit olduklarını düşünerek, kimsenin kendisini beğenmediğini ve hayatın adil olmadığını söyleyerek yaşamlarını geçirirler. Dört tür insan vardır der İbni Miskeveyh; bilir bildiğini bilir üstattır ders alın, bilir bildiğini bilmez gaflettedir uyandırın, bilmez bilmediğini bilir talebedir anlatın, bilmez bilmediğini bilmez ukaladır yaklaşmayın.

Allah bizleri bilen ve bildiğinin farkında olan yani hem ilim hem de irfan sahibi olanlardan eylesin.

Selametle…