İnsan bazen bir kitabı tek bir cümle için okuyor kâri. Tek bir söz işitebilmek için, içine dokunacak, derdine derman olacak, yarasını saracak bir tek söz için saatlerce birileriyle konuşuyor. Sonra içini ferahlatacak, yüzünü güldürecek, nefes olacak ve pek çok kötüyü iyiye tahvil edecek bir dostu görmek için uzun yollar gidiyor.

Ben imreniyorum böyle insanlara. Yani o kitaptan o tek cümleyi bulanlara da o konuşmadan o tek sözü duyanlara da ve derdine derman olacak o tek kişiyle dost olanlara da imreniyorum. Bence böyleleri varsa –ki vardır elbet- şükretmeliler. Hem de çokça şükretmeliler. Zira bazılarının ömrü sadece aramakla geçer; diğerlerinin bulduğu ama farkında olmadığı çok fazla şeyi aramakla…

Bir sözden bahsedeyim bu sefer. Bence bizi güzelleştirecek, dünyayı güzelleştirecek, insanı güzelleştirecek bir söz; “Hoş gör ki hoş görülesin…” Bir hadis-i şerif bu. Ve bence hani denir ya çerçevelenip de duvara asılacak diye tam da öyle bir söz işte. Dönüp dönüp bakasın baktıkça anlayasın diye…

Dünyanın bu zamanında yani bizim yaşadığımız ve hatta yaşamaya mecbur olduğumuz bu ahir zamanında en ziyade ihtiyacımızın olduğu çünkü çok fazla unuttuğumuz bir haslet bu. Hoş görmek. Oysa eskilerden hatırladığım bir levha var. Hattatlar kamış kalemlerini mürekkebe batırıp da her duvara asılacak ve hatta gözkapaklarının içine kadar sırf unutulmasın diye yazılacak bir cümle meşk ederlermiş; Hoş gör Yâ Hû…

Ne güzel ne hoş… Gerçi bu elbette ki o zamanda herkes hoşgörülüymüş falan demek de değil ama unutulmasın diye gayret eden birileri var demek. Ve okuyunca, dinleyince ve anlayınca pek çoğunun da bu haslete uymaya gayret ettiğini görüyoruz zaten.

Peki bu kelimenin bir hikayesi var mı acaba diye düşünüyorum kendi kendime. Ki elbette vardır ve bir kelimenin hikâyesinin peşinde zaman geçirmek benim bildiğin en keyifli işlerden biri. “Hoş” kelimesi Farsça bir kelime. Bugün kullandığımız manasının dışında bir manada değil aslında. Güzel, memnu eden vs. demek. “Görü” ise Türkçe. İkisi bir araya gelince de bu kelime ortaya çıkmış. Kelimenin bizim bugün de bildiğimiz ve kullandığımız iki eş anlamlısı daha var. Biri yabancı, soğuk ve eğreti; tolerans. Aslında tam olarak aynı anlamda değil ve Fransızca bir kelime; tahammül etmek manasına geliyor. (Adamların dilinde hoş görmenin bir karşılığı bile tam olarak yok yani.) diğeri ise az önce yazdığım hadisin aslında kullanılan kelime; müsamaha. Hoş görmenin tam karşılığı bu işte. Cömertlik etmek, ikram etmek, yardım etmek gibi manaları da var ve o manalarla okuyunca da hadis-i şerifin yine aynı kıymette yeni manaları çıkıyor ortaya.

Peki ya şimdi nasıl durum? Bence bu zamanda yaptığımız şey müsamaha değil tolerans. Kelime değişti ama haslet de değişti. Ve hatta bugün bir hattat eline alsa kamış kalemini ve yazmaya başlasa belki de şöyle bir cümle çıkar nihayetinde;

Kimse kimseyi hoş görmüyor Yâ Hû.