Lise yıllarımda birkaç arkadaşımla yoğun okumalar yapardık. Kütüphanelerin gediklisiydik. Doğu klasikleri, Rus klasikleri, Batı klasikleri ve Hasan Ali Yücel serisini buralardan okumuştuk. Çünkü bu kadar kitabı alacak paramız yoktu. Parasız yatılıydık ve zamanımızı kitap okumaya ve muhabbete ayırıyorduk. Bizleri meşgul edecek dünyevi eğlencelerden uzaktık. Bizim neslin en büyük bahtiyarlığı da bu olsa gerek.

Tabii bir de dergiler vardı. Hafta sonları ziyaret ettiğimiz Akabe Kitabevinde ve Bilgi Hikmet Kültür Merkezi’nde değişik dergileri okuma imkânımız oluyordu. Ramazan Dikmen’i ilk kez bu dergilerden birinde tanımıştım. Kayıtlar dergisinin çıktığı yıllardı. O dönemde dergilerin sayısı azdı. Bu sebeple de bulduğumuz dergileri su içer gibi okurduk. Necip Fazıl, Sezai Karakoç, İsmet Özel, Rasim Özdenören listemizin başındaki isimlerdi. Ramazan Dikmen ağabey de bu ilk nesil üstatların izinden giden değerli bir kalemdi. Yazdığı hikâyeler bana Dostoyevski’nin Kafka’nın yazdıklarını anımsatırdı. Hikâyelerindeki iç konuşmalar adeta bize bizi anlatırdı. Arayışımızın, özlemlerimizin, ideallerimizin durduğu yerde Ramazan Dikmen’in hikâyeleri bize denk düşüyordu.

Henüz üniversiteye yeni başladığımız o yıl öğrenci evimize gelen gazeteyi açtığımda Dikmen’in vefat haberini gördüğümü anımsıyorum. Daha dün gibi… Ne hastalığından haberimiz vardı ne de hastanede uzun süre kaldığından. O’nun ölümü adeta içimizdeki muştuyu sessizliğe mahkûm etti. Yunus’un dediği gibi “Bu dünyada bir nesneye yanar içim göynür özüm/Yiğit iken ölenlere gök ekini biçmiş gibi”. Dikmen bizi kanatan bir sızıyı miras bıraktı. Tıpkı Cahit Zarifoğlu, İlhami Çiçek, Nazir Akalın, Halis Altındağ gibi önden gittiler.

Balıkesir’in Dursunbey ilçesinin bir köyünde doğan Ramazan Dikmen (1956-1997) ilk eserlerini 1974 yılından itibaren vermeye başladı. Şiir ile başladığı yazı hayatına hikâye, deneme ve çeviri çalışmalarıyla devam etti. Bugün biz O’nu daha çok hikâyeci yönüyle biliyoruz. Dikmen’in hikâyeleri yaşadığı çağın sorunlarına duyarsız kalmayan, dünyevileşme karşısında geleneğin önemini vurgulayan, dostluk bağlarını hayatın merkezine alan, kendiyle yaptığı dertleşmeleri yansıtan bir duyarlılığı taşır. Hikâyelerinde kahramandan çok olayların ve “hâl”in vurgusu öne çıkar. İncelikli, yer yer ironik, ayrıntılı betimlemelerle kotarılmış mesaj yüklü metinlerdir bunlar.

Dikmen bir eserinde derdini şöyle açıklar: “Yazmak ağlamaktır benim bildiğim. İki gözümüz, bir çift kulağımız varsa, yüreğimiz varsa, ağlayacak çok şeyimiz vardır. Olmalıdır da. Yazan biriyseniz boğazınızda onulmaz bir ur taşıyorsunuzdur bilirim. Yaşamak sık sık şişirir onu, büyütür. Soluğunuzun daraldığını duyarsınız. Gırtlağınızda karıncalanmalar başlar. Ne denli zorlanırsanız zorlanın, tutamazsınız kendinizi. Boşanırsınız. Kalem ıslak bir mendildir parmaklarınızda.”

10 Nisan 1997'de vefat eden Dikmen'in öykü ve yazıları Aylık Dergi, Mavera ve Kayıtlar dergilerinde yer aldı. Vefatından sonra tüm hikâyeleri Hece yayınları tarafından “Muhayyer” ismiyle kitap olarak yayınlandı. Hikâye kitapları dışında denemeleri, günlükleri ve mektuplarından oluşan çalışmaları da "Tükenerek Çoğalmak" isimli kitapta toplandı. Ramazan Dikmen’in dünyası halen yaşadığımız dünyayı tasvir ediyor. Onun dünyasına girmekte geç kalmayın. Vefatının yıl dönümünde rahmetle anıyorum.