Yıllar önce “Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?” adlı tiyatro oyununun DVD’sini kiralayıp (kimlik bırakıp DVD kiralanan yıllardı) defalarca izlemiştim. O yıllarda bir tiyatro oyununun ekrandan da reaksiyon alacak derecede iyi çekilmiş ve sunulmuş olması çok önemliydi. Tiyatro oyunu ruhu itibariyle yerinde güzeldir ve etkiyi en iyi sahneye yakın bir yerden alırsınız. Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği “Sen Hiç Ateş Böceği Gördün mü?” oyunu 1999-2001 yılları arasında 415 bin izleyiciye ulaşmış. Bir tiyatro oyunu için inanılmaz bir rakam.

Birkaç hafta önce bu oyunun Netflix’in orijinal filmi olarak çekildiğini ve yayınlanacağını duyunca çok heyecanlandım. Sahnelerle ilgili hayaller bile kurdum. En önemlisi oyuncularla ilgili çok hayal kurdum.

Senaryosunu Yılmaz Erdoğan’ın yazdığı yönetmenliğini Andaç Haznedaroğlu üstlendiği film, yayınlandı. Filmin atmosferi genel itibariyle güzel. Uyarlama başarıyla beyaz perdeye de aktarılmış diyebiliriz. Tabi ki burada başarı kıstasım oyuna göre doğru matematik ve mantıkla yansıtılmış olmasıdır.

Filmi izleyenler eğer oyunu izlemedilerse filmin içerisindeki bazı repliklerden ve karakterlerden rahatsız olabilirler. Dindar karakterin aile üyesini gammazlaması meselesine takılanlar da olabilir. Oyunda yapılan mizah bu durumu kaldırdığı için ben pek fazla takılmamıştım. Fakat Türkiye sinemasının bu konuda sicili pek iyi durumda olmadığı için takılmadan edemiyoruz.  

Bu filmde kurmuş olduğum hayallerin yıkılmış olduğunu gördüm. Tiyatro sahnesi bir film platosuna dönüştüğünde daha derinlikli bir şekilde bakış açısı geliştirilmesini arıyorsunuz fakat tam anlamıyla bulamıyorsunuz. Oyunda güldüğünüz repliklerde aynı ruh maalesef yok. Var olan eksikliklerin sebebi hem senaryo hem yönetim olabilir fakat ben daha çok oyunculuklarda başka arayışlar aradım ama bulamadım. Gözümüz hep Demet Akbağ’ı aradı. Oyuncu Ecem Erkek’in rolün üstesinden gelmeye çalışmasındaki gayreti ve karakterin ruhunu yansıtması ortalamanın üzerine çıkamıyor. Hep farklı bir şiirsel tavır arıyoruz.

Aslına bakarsanız tiyatronun bir filme uyarlanması meselesini ayrıca başka platformlarda uzun uzun değerlendirmemiz gerekir. Uyarlama bir film yapmak her zaman için çok zor. Bir kitabın uyarlanması her zaman için zor olmuştur. Fakat bir tiyatronun filme uyarlanması iki görsel sanat olması açısından başka handikapları peşinden getiriyor. Bu film de bu handikapların kurbanı oluyor. Haybeden Gerçek Üstü Aşk oyunundan uyarlanan Tatlım Tatlım filmi komedinin oyunun her yerine nüfuz etmesi sebebiyle de (oyunculuk seçimi dolayısıyla da olabilir) bu durumu kaldırmıştı. Hikayenin içerisinde farklı dramaların oluşu karakterlerin peşinden daha çok gitme arzusu verse de biz filmin bize verdiği kadarla yetiniyoruz. İki filmde de BKM’nin genç isimlerinin oynuyor olması Yılmaz Erdoğan’ın farklı deneyimleri gençlerle yaşamak ve onlara başka imkanlar sunmak isteğinden kaynaklandığını zannediyorum. Genç oyunculara verilen fırsat anlamında da BKM ve Yılmaz Erdoğan sonuna kadar alkışı hakkediyor. Usta çırak ilişkisini ‘Mutfak’la birlikte başarıyla devam ettiriyorlar.

Yazının burasına kadar geldiyseniz eğer içimin burukluğunu ve hayallerimin yıkılmasının etkisini anlayabilirsiniz. Tüm bunların yanında ortada ustaca yazılmış çok güzel bir hikaye duruyor. Filmi izlerken dayanamayıp ağladığım, uzun uzun güldüğüm bölümler oldu. İyi ki bu oyun, film oldu, iyi ki Yılmaz Erdoğan hikayeleri izliyoruz dedim.

Son zamanlarda dijitale yapılan filmlerle ilgili de bir şey söylemeliyiz. Ortada dijital filmler için bir bütçe var; cast, set, hikaye ve olay örgüsü hatta görüntü yönetmeni bile ona göre seçiliyor. Bu durum beyaz perdeye hasret izleyici için bir haksızlık. Dijital bir özgürlük alanıyken bir tarzın tekeli haline dönüşmek üzere. İzleyici olarak daha seçici olursak belki yapımcılara bir ‘nota’ verebiliriz.