Bazen hadsizlere, aslında kim olduklarını hatırlatmak, hadlerini bildirmek, kaçınılmaz oluyor…

Bunu kendileri istiyorlar; nereden geldiklerini unutarak, nereden geldiği belli olanlara uzattıkları dilleriyle…

İtalya Başbakanının, Cumhurbaşkanımıza yönelik hadsiz sözleri ister istemez kafamdaki, “Ha şu Avrupa mı?” alaycı sorusunu bir kez daha sormama sebep oldu…

Yazımı çokça alıntıya ve isme boğmamak adına kaynak ve isim konusunda biraz ketum davranacağım; ama isteyen olursa kaynaklarımı onlarla da paylaşırım…

Avrupa üst kimliği altıncı yüzyılda ortaya çıktığında, Avrupalılar dünyayı sadece bugün ki Avrupa’nın bir kısmıyla Asya’dan ibaret sayıyorlardı…

Yunanlılardan devraldıkları ilmi gelenekle -Romalı tarihçilerin ilham kaynağı Yunanlı tarihçilerdi çünkü- Romalılar da dünyayı iki kutuplu olarak okudular…

Perslerle girdikleri mücadele sebebiyle oluşan Doğu-Batı ayrışması, Avrupalıların kafasında, iflah olmamış bir şekilde işte ta o günlere kadar dayanır…

Onlar kendilerini hep dünyanın merkezinde gürmüşler ve “barbar Doğuyu medenileştirme” iddiasıyla kendilerini motive etmişlerdir…

Batı tarih yazıcılığında antik dönem kaynaklarının zayıflığı ve mitolojilerle iç içe girmişliği, ortaçağ Avrupa tarih yazıcılarına istedikleri gibi bir hikâye kurgulama ve gönüllerince bir tarih icat etme imkânı verdi…

Özellikle Yunanlıların, her şeyi kendilerine mal etme konusundaki maharetini yine Avrupalı tarihçiler yazıyor…

Tabi daha sonra bu mirası devralan Roma, bunu çok daha ileriye taşıyabilmiştir; kurduğu devlet ve yayıldığı coğrafya sayesinde…

Fakat Batılıların, “Doğulu” diyerek küçümsedikleriyle ilgili ne denli cahil olduklarını hem Doğulular kendi kaynaklarından biliyor hem de vicdanlı Batılı tarihçiler uluslarının kulaklarına haykırıyor…

Bu haykırış, sadece bir köken arayışını kapsamıyor…

Batılıların hem kendi içlerinde hem de -zayıfladıktan sonraki süreciyle- doğuda yaptığı zulümleri, soykırımları da en yüksek perdeden bir ses tonuyla haykırdılar…    

John Kean’e “Şiddetin Uzun Yüzyılı”’nı, Hannah Arendt’e “Şiddet Üzerine”yi, Eric Hobsbawm’a "Aşırılıklar Çağı"nı, Sigmund Freud’a “Uygarlığın Huzursuzluğu”nu ve daha nicelerini yazdıranlar, hiç kuşkusuz Batılılardı ve onların gözü doymaz çocuğu Modernizm ve Kapitalizmdi; hatta komprador burjuvazinin çocuğu vahşi kapitalizmdi…

Çok minik bir kısmına tekabül eden Yüz Yıl ve Otuz Yıl savaşlarıyla kendilerine Afrika, Aya, Uzakdoğu, Güney Amerika ve daha pek çok yerdeki sömürü hareketleriyle “öteki” olarak gördüklerine yaşattıklarıyla, hiçbir Batılının nefesi, kendisinden başkasını suçlamaya yetemez…

Eğer arıyorlarsa emin olsunlar -özelliklede yitik bir Roma’dan seslen gafil- Batılılar kendi içlerinden çıkanlardan daha zalim, diktatör, fasit bir devlet adamı, komutan bulamazlar…

Boşuna arayışa girmelerine gerek yok…

Eğer unutmuşlarsa kendilerine tarihlerini en az William H. McNeill kadar anlatabiliriz…

Ey Batılılar!

Bilmezden gelseniz de, “Bilmiyorlar” zannederek “lanet”inizi bize yamamaya çalışsanız da, biz sizin artık kim olduğunuzu da, haddinizi de, tarihinizi de çok iyi biliyoruz…

Hadi şimdi gidin ve oturduğunuz yerde oturun; yaptıklarınız, sizi tarihin mahkemesinde mahkûm etmeye yeterde artar bile…