Bu yazı duygularına yenilmiş bir aklın kaleminden çıkmadı; zira bu akıl, Türkiye ile ilgili konumlandırmasını yaparken, kendini ait hissettiği coğrafyanın hissiyatını merkeze almayacak…

Dünya tarihine mühür vurmuş mantığı, usulü ve vicdanı, haddi olan hiçbir devlet adamı ya da fikir önderi, kurduğuna ya da öncülük ettiğine isim koymamıştır; onlar sadece yaptıklarının hakkını vermeye çalışmış, samimi yüreklerdi…

İlimlerinin ve kahramanlıklarının onlara sunduğu erdem ve tevazu da zaten böyle bir egoyu besleyemezdi, dillendirmelerine müsaade edemezdi…

Fakat işlerinde ve ilimlerinde ortaya koydukları samimiyetin, farklı yüreklerde ortaya çıkardığı tesir, yaptıklarının başkaları tarafından tanımlanmasına hatta takip edilmesine vesile oldu…

Bıraktıkları tesir elbette her zaman alkışlanmamış, hatta çoğu zaman -neden ben/biz değil- diyen kıskanç, hasis ruhlar tarafından atılan sert okların hedefi olmuşlardır…

İşini samimi yapanların açtığı yeni yollar ya da kurdukları sistemler, takipçileri ya da karşıtları tarafından -yolu açandan bağımsız olarak- isimlendirilmiş/tanımlanmış oldular…

Türkler, yaklaşık iki yüz yıldır bir sorunun cevabını aradı hep…

Bu soru, “Neden biz hiçbir konuda öncülük edemiyoruz ve neden bizi kimse konuşmuyor” sorusuydu…

Üstelik tavan yapmış bir egoyla, hamasetin dibine vurarak kendimizi her konuda “dünyanın merkezine” koyduğumuz halde…

Ve “Yenildik ama ezilmedik” diyerek, yenilgiyi dahi “zafer”e çevirecek kadar mahir olduğumuz halde…

Çünkü önemli olan, kendinizi nasıl tanımladığınız değildi; başkaları sizi tarihte ne yaptığınız için görmüştü de sonra görmez olduğuydu…

Evet, sanki artık o cevabı meçhul soruyu -üstelikte hamasete gerek kalmadan ve en derin tevazu ile vermeye çalıştığımız mesajlarla- bizim dışımızdakiler ama memnun olarak ama kıskanarak belki de öfkelenerek ya da her ne ise onunla cevaplıyorlar…

Verdikleri tepkilerle ya da cevaplarla -olması gerektiği gibi- bizim dışımızdakiler Türkiye’ye yeni bir yer/konum tayin ediyorlar…

Uluslararası siyasette, Türkiye’yi her gün biraz daha sıkletin merkezine itenler artık bizden çok başkaları…

ABD’nin Türkiye’yi ülkeler için arabuluculuğa davet etmesi Rusya’nın, Çin’in Türkiye idealleri ve Avrupa’nın vazgeçmekten korktuğu bir Türkiye artık “paranoya” denemeyecek kadar gerçektir ve bunu sağlamlaştıranlar da Türklerden çok yabancılardır…

Burada Türkiye’nin yaptığı şey, yapması gereken şeydi; işini yapmaktı ve bun da zamanı kaçırmadan yapmaktı…

Dünya devlerine kendi teknolojilerinizi konuşturmanın, onları stratejilerini gözden geçirmeleri konusunda endişelendirmenin nasıl bir şey olduğunu yeniden keşfetmiş olmak, yeni nesiller için konumu ve tanımı belli bir ülkede yaşamak demek…

Bunun anlamının ne olduğunu tahayyül etmek için iki asırdır yaşadığımızın ne olduğunu da iyi içselleştirmiş olmak gerekir…

Dünyanın en süper gücünden Avrupa’nın en zayıf devletine kadar yayılan bir yelpazede, iktidar heveslilerinin dilindeki bir Türkiye, bazıları için anlaşılmaz olsa da, “Türkiye düşman çoğaltıyor” diye yorumlansa da, değeri tartışılmaz bir gücü simgeliyor…

Türkiye, çabalarının da karşılığı olan ve itilmeye çalışıldığı bu sıklet merkezinin farkında; rehavete kapılmadan, gerçeklerini de abartmadan yoluna devam etmek zorunda…