Medenî hayatın inşasında her cemiyet, kendi kültürel karakterine göre izafî bir prosedür izler. Bununla beraber, medeniyetlerin teşekkül biçimlerinde birtakım ortak dinamiklerden de söz edilebilir. Doğuş ve tekâmül evreleri çerçevesinde her medeniyet, üniversal bazda genel geçer kaidelere göre şekillenip, benzer faktörlerle yoğrulur. Bu faktörleri; coğrafî, iktisadî, beşerî ve içtimaî hususların yanına göç ve şehirleşme olgularını da ekleyerek temellendirmek mümkündür.

Coğrafî faktörler, cemiyet hayatının ve ortak toplum kültürünün tezahüründe mühim yer tutar. Tarihe iz bırakmış medeniyetler genellikle sulak arazilerde, tarıma ve hayvancılığa elverişli sahalarda, ticaret güzergâhlarında ve yaşamı zorlaştırmayacak iklim bölgelerinde kurulmuştur. Zira tabiat ve insan iç içedir. Medenîleşme ve imaret yolculuğunu sağlıklı sürdürebilmek için asgarî şartların oluşması lazımdır. Topografik açıdan bereketli sahalarda yeşeren medeniyetler, uzun vâdede büyük gelişim göstermiş, pek çok alanda insanlık tarihine katkıda bulunmuştur. Mısır ve Mezopotamya medeniyetleri tipik misallerdir. Elbette istisnaî örnekler de verilebilir. Mesela denizle bütünleşen Yunan uygarlığı, daha dağlık ve çorak arazilerde kurulmuştur. Bu dezavantaj onları denizciliğe itmiş ve sahip oldukları obsidyen, bakır, zımpara ve mermer gibi ticarîleşebilir hammadde kaynaklarını denizcilik yoluyla uluslararası pazara açmışlardır. Heredote’un deyimiyle “yoksulluk ile süt kardeş” olan Eski Yunan, zamanla zenginleşerek dünya kültür/düşünce tarihinde efektif bir yer edinmiştir.

İktisadî faktörleri değerlendirdiğimizde ise, maddî kıymetlerin yerleşik yapılanmada önemli bir rol üstlendiğini görmekteyiz. Üretim vasıtalarını verimli şekilde işletmek, tüketimi kontrol altına almak ve ticarî hareketliliği diri tutmak; toplumların medenîleşmesinde kritik bir ehemmiyeti haizdir. Zira bu vesileyle insanların temel biyolojik ihtiyaçları karşılanır ve ekonomik sirkülasyonu sağlayabilmek için düzenli müesseseler inşa edilir. Finansal bakımdan hayatî eşiği atlatamamış cemiyetlerin, sabit ve gelişime açık bir medeniyet seviyesine yükselmesi beklenemez.

Medeniyetlerin teşekkül dinamiklerinden bir diğeri de sosyal (içtimaî) yapıdır. Müşterek hedef ve idealleri birlik şuurluyla yaşatıp, ortak hayat kuralları çerçevesinde etrafıyla medenî ilişkiler kurabilen topluluklar; kalıcı ve kuşatıcı bir kültür imarını sosyal hayata entegre ederek, nesilden nesile başarıyla aktarılabilen bir düşünce bayındırlığının mimarı olurlar. Sosyal iletişim ağını yetkinlikle kuramayan bir toplum, dış müdahalelere çok daha açık ve kaos ortamının hâkim olduğu bir hayat düzenine bağımlı kalır. Bilimden sanata, politikadan ekonomiye kadar; ferdî dehanın ezilmediği bir kolektif şuuru pratikleştirebilen cemiyetler ise, ister istemez hızlı ve kalifiye bir hadarîleşme süreci geçirir. Bu durum, medeniyet binasına şahsiyet kazandırdığı kadar, cemiyet mizacına uygun bir sosyal ahlâk da inşa eder. Böylece toplum, hem kendi karakteristik yapısına uygun şekilde olgunlaşır hem de kontrolcü fonksiyonuyla derin yozlaşmaların önüne geçer.

Nasipse devam edecek…