Yaşadığımız salgın sadece bedenlerimizi değil kültürümüzü ve dilimizi de tehdit ediyor. Yapılan bir araştırmaya göre 2020 yılında en çok konuşulan kelimeler “korona, pandemi, maske” olmuş.

Milletimiz her akşam aynı saatte Sağlık Bakanımızın açıklamasını pür dikkat dinlemeyi alışkanlık edindi. Sayın bakanımız bu açıklamalarda ortalama 40 yabancı kökenli sağlık terimi kullanıyor. Korona, pandemi, entübe, filyasyon, enfekte, izolasyon, varyant gibi kelimeler bunların öne çıkanları.

Yaklaşık bir buçuk senedir devam eden bu salgın sebebiyle sağlık çalışanları büyük özveriyle işlerini yerine getiriyor. Peki dilimizi ve kültürümüzü işgal eden yeni terimlere/kavramlara/alışkanlıklara dair ilgili kurumlar işini ne derece yapıyor bunu sormamız gerekiyor.

Kültür alanının tamamen turizmin sığıntısı olarak aynı çatı altında bulunması sebebiyle Kültür ve Turizm Bakanlığının tüm dikkatini yaz döneminde gelecek turistlere verdiğini müşahede ediyoruz. Böyle olunca dilimizle, kültürümüzle ilgili salgın dönemindeki yabancı kelime istilası kontrolsüz kalıyor.

TDK ( Türk Dil Kurumu) da bu süreçte önleyici ve ihya edici bir görev üstlenmesi gerekirken daha çok hasar tespiti yapan bir kuruluş gibi davranıyor. Oysa TDK’nın henüz meseleler yeni ortaya çıkmaya başlamışken yeni önerilerle, yazar ve şairleri aynı hassasiyet çevresinde toplamakla, yayın kuruluşlarını uyarıcı girişimlerle dilimize sahip çıkması beklenirdi. Elbette hiçbir şey yapmıyor değiller. Takip edebildiğim kadarıyla bu konuda Hayati Develi ve Hamza Zülfikar’ın iki makalesi yayınlandı.

TDK’nın tek başına bu yükün altından kalkması beklenmemeli. Lakin dil konusunda başı çekmesi ve diğer kurumları bir araya getirerek duyarlılıkları paylaşması gerekiyor. Ülkemizde en büyük sorunlardan biri bu tür kurumların eş güdümlü çalışamamasıdır. TDK kendi sahasında çalışma yapsa bile diğer kurumların bu çalışmalar hakkında bilgilendirilmemesi veya TDK’yı dikkate almaması sorunun temelini teşkil ediyor. Üniversitelerin ve özellikle de tıp fakültelerinin yabancı dilde eğitim vermesi ve tıp terimlerinin neredeyse tamamını Latince/Grek kökeniyle öğretmesi ister istemez doktorların kullandığı dili yabancılaştırıyor.

TDK geçtiğimiz haftalarda “Salgın Terimleri ve Türkçe Bilgi Şöleni” isimli bir kurultaya imza attı. Aradan bir buçuk yıl geçtikten sonra gerçekleşen bu faaliyetin geç de olsa bir adım olduğunu söylemeliyiz. Kurultayda konuşan dil uzmanlarının ortak kanaatlerini “bu konuda geç kaldık, diğer kurumlar bizi dinlemiyor, tıpçılar dil konusunda daha hassas olmalı, tıp müfredatı Türkçeleştirilmeli, TDK bu konuda daha girişken olmalı” şeklinde özetlenebilir. Kurultayda Mustafa Argunşah’ın önerilen Türkçe salgın terimlerini ele aldığı sunumu bu konudaki eksikliğimizi de ortaya koyuyor. Nitekim korona için “Güneş Tacı”, filyasyon için “temas takibi”, enfekte için “bulaşı”, mutasyon için “değişinim” gibi Türkçe karşılıkların çoğunun tutmadığı görülüyor. “Bulaşı” olması gereken kelime de yanlış şekilde “bulaş” olarak yaygınlaşabiliyor. Bu konuda bir bakış açısı olarak İsmet Emre’nin sunumunun TDK tarafından iyi okunması gerektiği kanaatindeyim. Sağlık Bakanlığının kendi sitesinden yayınladığı “ Kovid-19 Sözlüğü”nün Türkçeleştirilmesi ve sağlık bakanının metin yazarlarına kısa bir bilgilendirme yapılması sorunların çözümü noktasında güzel bir başlangıç olabilir. Nasipse haftaya devam edeceğiz.