Devam edelim…

Beşerî hususiyetler de medeniyet tasavvurunun kurucu unsurlarındandır. Medeniyet insanla, insan zihniyle var olur. Biyolojik ve kültürel miras yoluyla sürekliliğini koruyan medenî hayat, tüm kollarıyla varlığını koruyabilmek için elit bir zihin mimarîsine ihtiyaç duyar. Her türlü inovasyona açık, geçmişiyle ve kültür kodlarıyla irtibatını koparmayan, global etkileşime yatkın, ilerici bir entelektüel sermaye biriktirmek; yüksek medeniyet iddiaları taşıyan her topluluk için zarurîdir. Medenî bir zihniyet ve insan profili oluşturacak bu hayatî girişimin püf noktası; dış dünyadan elde edilen entelektüel müktesebatı asimile olmayacak kadar özümsemek ve ortaya çıkan fikrî repertuvara güçlü bir hüviyet katarak onu nüfuz sahibi kılabilmektir. Nitekim Müslümanlar; Asya, Afrika, Mezopotamya, Hind ve Maveraünnehir gibi fetih bölgelerinde yeni perspektifler soluyup, Greko-Latin düşüncesinden de tercümeler yaparak müstakil bir medeniyet konsepti doğurmuştur. Günümüz Batı evreni, modern mânâda uygarlaşma sürecini İslâm medeniyetinden aşırdığı ilim kırıntılarıyla biçimlendirmiştir. Cadı avıyla uğraşıp Engizisyon mahkemelerinde fikir doğrayan İslâm-dışı Orta Çağ kültürü; Endülüs tecrübesini sömürmeyi akıl ederek Reform ve Rönesans heyecanıyla tanışmıştır.

Yine uygarlık tarihini irdelediğimizde, medeniyetlerin umumiyetle hicret/göç hareketlerinden sonra teşekkül ettiğini görüyoruz. Zira toplumların yeni hayat modeli; uygulama, yayılma ve gelişme imkânlarını genelde böyle toplu hareketlerden sonra buluyor. İslâm medeniyeti açısından da vaziyet böyledir. Nitekim Bi’set ve Mekke’nin fethi, İslâmiyet’in medeniyet olarak dünyaya açılmasında temel dönüm noktaları olsa da; yerleşik hayatın en belirgin göstergelerinden olan takvim, hicret esas alınarak şekillenmiştir. Anadolu’daki Türk-İslâm medeniyeti ve diğer bazı Batı uygarlıkları bu hususta klasik örneklerdendir.

Medeniyet hamlesini dölleyen mühim olgulardan biri de şehirleşmedir. Kavmiyetçi vesveseleri aşıp, sosyal hayatta birlik ve dayanışma halinde yaşamak şehir atmosferiyle mümkündür. İlim, sanat, tefekkür, sanayi ve ticaret gibi medenîleşme araçları, vakıf ve imaret kültürü şehir vasatında olgunlaşır. Kırsal muhitlerden elde edilen mahsuller, şehir hayatında daha geniş bir fonksiyon kazanır ve medeniyet çarkında kendine yer bulur. Hatta İslâm medeniyetinin erken dönemlerine bakıldığında, temel dinî esasların dahi şehirleşme hareketine yön verdiği görülür. Namaz, oruç, zekât, hac ve sair ibadetler sosyal organizasyonun gelişmesine sebep olmuş, Müslüman cemiyetler pek çok açıdan müşterek şehir atmosferinin parçası haline gelmiştir. Cuma ve teravih gibi toplu kılınan namazlar, mübarek gecelerin cemaat halinde ihyası, cemiyette manevî bir bütünlük ihdas eden oruç, toplum içindeki refah dengesini sağlayan zekât ve İslâm ümmetini Haremeyn’de birleştiren Hac farizası; cemiyet totalini kaplayan bir medeniyet idraki hasıl etmiştir.

Bahsettiğimiz temel etkenlerin dışında bazı özel hususlara da değinelim:

Maarif, medenîleşme hamlesinin belki de en önemli ihtiyaçlarındandır. Doğru işlemeyen, belli bir sisteme oturtulmayan, gelecek nesilleri düşünmeden bina edilen bir tedrisat modeli; medeniyet ideallerini sakat bırakacak şiddetli bir darbe niteliği taşır. Dış müdahaleler yahut toplum içi yozlaşmalar sebebiyle randımanını kaybetmiş bir eğitim yapılanmasının, büyük medeniyetleri nasıl yıpratıp parçaladığını tarih bize göstermiştir. İslâmiyet, medeniyet binasını, erken dönemlerinden beri salt kılıç gücüyle değil, aynı zamanda maarife verdiği değerle dikmiştir. Nitekim mabed vasfının yanı sıra bürokratik, stratejik, idarî ve hukukî uygulamalar için de kullanılan Mescid-i Nebevî; aynı zamanda bir maarif merkeziydi. İslâm medeniyetinin ilk ilmî faaliyetleri burada ekolleşmiş, Suffa denilen yatılı mektepte İslâm umranlaşmasının entelektüel zemini oluşturulmuştur.

Nasipse devam edecek…