İsrail saldırıları ve keyfiliğini durduracak olan tek seçenek, mukabil oranda sahip olunacak teknolojik ve ekonomik güçtür.

Birkaç gün önce İsrail’in Mescid-i Aksa’ya baskınıyla başlayan gerilim hala devam ederken, dünyanın meseleye bakışı ve tepkileri de dramatik hal almış durumdadır. İsrail şiddeti sadece Mescid-i Aksa ile de kalmamış, Gazze ve Batı Şeria’ya yönelik saldırılarda yüze yakın Filistinli hayatını kaybetmiştir.

İsrail, kurulduğu 1948 yılından beri Filistinlilere saldırıyor, öldürüyor ve haritadan tamamen silmeye çalışıyor. Bu yıllarda Filistin’in % 85’i Müslüman ahalinin elindeyken, bugün neredeyse bu oran Yahudi nüfusun lehine dönmüştür. Filistin’de 1800’lerde 12 bin, Osmanlı devletinin elinden çıktığı yıllar olan 1919’da 100 bin, İsrail devletinin kurulduğu 1948’de de 800 bin Yahudi nüfus varken, bugün bu sayı 10 milyonun üzerine çıkmıştır. Yani Filistinlilerin nüfusu ve arazileri 1948’lerden sonra hızla azalırken, Yahudi nüfusu ve arazileri de aynı oranda artmıştır. Bu hızlı değişimin Yahudiler lehine nasıl geliştiğini İsrail’in bu günlerde Müslüman Filistinlilere yönelik muamelelerine bakarak anlamak mümkündür.

Bugün Ortadoğu’da çok güçlü bir İsrail devleti bulunmaktadır. Tamamen din eksenli yönetilen, dış politikasını bu anlayış üzerine bina eden İsrail devleti, hedefe ulaşmak için her yolu meşru gören bir yönetim anlayışına sahiptir. Uluslararası hukukun, kuralların, insan haklarının, insan haysiyetinin, yaşam hakkının bu devlet için bir önemi yoktur. Onun için önemli olan tek şey, topraklarını genişletmek ve Yahudi olmayan nüfusu haritadan silmektir.

İsrail’i geçmişten beri tamamen keyfi politikalar yürütmeye ve dünyaya kafa tutmaya iten sebepleri bugünkü gidişata bakarak da anlamak mümkündür. Güç ve kudretleri ile dünyaya yön veren ABD, İngiltere, Fransa, Almanya ve bilumum batı devletleri, ne yaparsa yapsın İsrail’e hep kayıtsız şartsız destek vermektedirler. BM Güvenlik konseyinde, kurusıkı ifadeleri içeren “kınama”  metinleri bile İsrail’i korumak adına, söz konusu bu devletler tarafından her zaman engellenmiştir.

Mescid-i Aksa baskını ve sonrasında İngiltere, Fransa, Almanya ve Avusturya’nın tavırları ve ABD’nin neredeyse Filistinlileri suçlayan söylemleri bu açıdan pek yadırganmamıştır. Hatta ABD başkanı Biden’ın, saldırılarda ölen İsrailliler için baş sağlığı mesajı yayınlarken, İsrail bombardımanları sonucu yaşamlarını yitiren Filistinlileri görmezlikten gelen tavrı bile dünyayı şaşırtmamıştır. Bu tavırlara göre, ölen İsraillilerin insani olarak bir değeri varken, Müslüman Filistinliler ölmeye layıktırlar, insani bir değerleri bulunmamaktadır.

Asıl önemli olan, Filistinlilerin yanında olması gereken Arap devletlerinin/ İslam dünyasını oluşturan devletlerin görmezlikten gelen tavırlardır. Bu devletleri yöneten elitlerin, halktan kopuk ve keyfi yönetim anlayışları İsrail gibi Ortadoğu’da hesap içinde olan karanlık mahfillerin elini kolunu rahatlatmaktadır. Bu zamana kadar Arap devletlerinin veya İslam dünyasını oluşturan devletlerin, üzerlerine gelen tehlikelere karşı birlik oluşturamadıkları veya ortak/güçlü tavırlar sergileyemedikleri görülmektedir. Mescid-i Aksa baskınından sonra gelişen İsrail saldırına karşı da bu bloktan bir medet ummak hayalden başka bir şey olmayacaktır. Bugün toplanması beklenen İslam İşbirliği Teşkilatından da rutin açıklamaların dışında bir adım beklenmemektedir.

İsrail saldırıları ve keyfiliğini durduracak olan tek seçenek, mukabil oranda sahip olunacak teknolojik ve ekonomik güçtür. İslam dünyası hamasi nutukları, söylemleri ve hayalleri bir tarafa bırakarak Ortadoğu’yu kan gölüne çevirenlerin sahip oldukları teknolojiye ve iktisadi güce sahip olamazlarsa, gelecek zamanlarda İsrail sadece Mescid-i Aksa’ya saldırmakla da kalmayacaktır.