Geçtiğimiz haftaki yazımda ilimleri ikiye ayırarak ikinci kategoride yer alan Farz-ı kifâye ilimleri, bütün Müslümanlara olmayıp sadece meslekleri ve konumları itibariyle belirli insanlara farz olan ilimler olarak tarif ettim. Yani toplumdaki bireylerin belirli bir kesiminin bu ilimleri icra etmesi sayesinde diğer insanlar sorumluluktan kurtulmakta ve toplum günah altına girmiş olmamaktadır.

Farz-ı kifâye ilimleri de kendi içerisinde şer’î olmayan (övülen, yerilen, mubah) ve şer’î ilimler olarak ikiye ayırmış ve şer’î ilimlerin ancak Peygamberlerden öğrenilebileceğine değinmiştim. Böylece insan olarak odaklanmamız gereken kısımın şer’î olmayan ilimler olduğu gerçeğine erişmiştik.

Şer’î olmayan Farz-ı kifâye ilimler ise övülen, yerilen ve mübah olarak üç alt başlığa ayrılıyordu. Övülen farz-ı kifâye ilimler olarak matematik, geometrik, tıp, mühendislik, fizik, kimya, iktisat ve dilbilimi  gibi alanları göstermiştim.  Mübah ilimlerin ise saçmalık barındırmayan edebiyat, malumat vb. alanları kapsadığından bahsetmiş ve son olarak yerilen ilimlere değinmiştim.

Buraya kadar geçen haftaki yazımın bir özetini yapmak istedim çünkü okuyucularımdan konu hakkında şahsıma çok soru geldi. Yaptığım bu kısa özetin zihinlerinizde ilmi çalışmaların maksadına dair biraz daha genel bir çerçeve çizmiş olacağını umuyorum.

Ancak bu yazımda asıl odaklanmak istediğim husus yerilen ilimlerin çerçevesidir. Öyle ya madem ki ilmi faaliyetlerin odağı Yüce Allah’ın zatını, âyetlerini ve kulları ile diğer yarattıklarına ilişkin fiilleri bilmektir, o zaman bir ilim nasıl yerilebilir? Burada aslında yerilen ilimin kendisi değil, o iliminin sahibinin o ilmi kullanarak düştüğü yanlışlardır.

İlk olarak ilmin sahibi, sahip olduğu bu ilmi başkalarına yahut toplumun geneline zarar vermek için kullanabilir. Zira sihir, tılsım, büyü gibi göz boyama tarzı becerilere sahip insanların bu yeteneklerini halka zarar vermek adına kullanması kötülükten başka bir şey değildir. Kötülüğe aracı olan şeyin özü de kötüdür.

İkinci olarak ilim, sahip olan kişiye zararlı sonuçlar getirebilir. Örneğin astronomi ilmine değinelim. Yüce kitabımız Kurân ayın ve güneşin seyrinin bir hesaba dayandığını ifade eder. Bu ilim aslolarak övülen bir ilimdir. Ancak iş, astronomi ilmi üzerinden yola çıkılarak yıldızlardan hüküm çıkarma yani ahkâm (astroloji) boyutuna varırsa sonuç hüsran olacaktır. İnsan hayrı ve şerri yıldızlardan bilecek, Allah şuuru kalpten silinecektir.

Üçüncü olarak kişinin yararlanamayacağı bir ilimin peşinden koşması da kişiyi sakıncalı sonuçlara eriştireceği için yerilmektedir.  Zira ön bilgilerden önce doğrudan incelikli konulara dalmak, aleni hususlardan ziyade kapalı konuları idrak etmeye çalışmak, misâlen o insanlar için o konuları bilmemenin aslında daha faydalı olabileceğini manâsını taşır.

Bu bağlamda Tasavvuf ilmi noktasında çok büyük dikkat gerekir. Zira tasavvuf ilmi farz-ı ayn ilimler arasında olarak Yüce Dinimizin ahlâk esaslarını konu edinir. Ancak kelam, fıkıh, tefsir ve hadis gibi ilimlerde bilgi sahibi olmadan doğrudan tasavvuf ilmine yönelen kimse kendini tehlikenin içerisine atmaktadır. Cüneyd(-i Bağdâdî) hocası olan Serî (es-Sakatî)’nin kendisi için “Allah seni önce hadis âlimi, sonra sûfi yapsın, önce sûfi, sonra hadis âlimi yapmasın” şeklinde dua ettiğini anlatmıştır.

Peygamber Efendimiz (sas.) dediği gibi, fayda vermeyen ilimden Allah’a sığınırız.