“İçimde koskoca bir anlamsızlık hissi var. Hayat bana boş geliyor. Benim bu hayatta hiçbir işe yaramayacağım düşüncesi, zihnimi adeta kilitliyor. En basit işleri yaparken bile zorlanıyorum. Şu ana kadar bir aferin bile almadım. Beni beğenmeyenler çok haklı. Bu dünyadan çıkmak ve insanları kendimden kurtarmak istiyorum.” 

Bu ifadeler; çocukluğundan itibaren kendisini yetersiz ve değersiz hissettiren bir sürecin sonucunda, hayatın anlamını kaybetmiş birisine aittir. Allah’ın (c.c) korunmasını istediği bir emanet, sevgi eşliğinde zarar görmüştür çünkü sevgiye doğru bilgi ve bilinç eşlik etmemiştir. Sevgi ancak bilgi ile doğru bir ifade biçimi kazanır ve bilgi olmadan sevgi bile zarar verir.  “Önce zarar verme” ilkesi, emanet kavramının ve sorumluluk anlayışının bilincinde olması ile hayata geçebilir. Ancak hayata niçin gönderildiği üzerine düşünen insanlar, hayatın anlamını buldukça, Allah (c.c) kul ve insan insana ilişkilerinde daha özenli olurlar. Çocukluğunda zarar görmüş ve onu telâfi edememiş olanlar ise, ne yazık ki çocuklarına zarar verme potansiyeli taşırlar.  

Anne-baba kendilik algısı ustasıdır

Doğru bilgi ile hareket eden anne babalar, çocuklarının iyi bir şey yapabilmelerinin kendilerini nasıl hissettiklerine bağlı olduklarını bilirler. Her insanın içinde var olan kendisinin iyi insan olduğuna inanma ve kendisine güvenme potansiyeli, kendiliğinden açığa çıkmaz. Şahsiyet yapılanması taş taş tuğla tuğla örülür ve daha bebek doğmadan önceki algılarla yapılandırılır. Anne baba ya karanlık bir tablo çizer ve “Sen işe yaramazsın” hissini oluşturur ya da aydınlık bir tablo çizer ve “Sen bu hayatın mimarısın. Sen yürüdükçe yollar sana açılacaktır, biz hep seninleyiz ve sana destekçiyiz. Sen bu dünyaya lâzımsın ve çok önemlisin. Sana inanıyoruz ve güveniyoruz” derler. İşte bu telkinler, ya kendine güveni olmayan ve hayatı bir yük gibi algılayan birisini hayata sunar ya da bakışları, yürüyüşü ve duruşu bile insana ümit-güven aşılayan, içindeki potansiyel değerleri ortaya çıkarmaya ayarlı ve bu dünya için ödüle dönüşmüş birisini hayata sunar.    

Yaşamanın anlamı kaybolmuşsa insan da kaybolur

İnsan zihni hayata tutunabilmek için bir anlam arayışı içindedir. Kendi anlamını bulamamış olanlar,  bilhassa da çocuklarını anlamsızlık karanlığına sürüklerler. Bence bir insana yapılabilecek en büyük kötülük kendisine olan inancını ve var olmasının anlamını kaybetmesine sebep olmaktır. Bu aynı zamanda kendisini sevilmeye ve değer görmeye lâyık bulmaması anlamına gelir ki bu da psikolojide pek çok patolojik yapılanmaların kaynağını teşkil eder. Bu hem emanet olan insana hem de onu Yaradan’a karşı haddimizi aşmak, sorumluluklarımızı yerine getirmemek ve en önemlisi de korumamız gereken değere en büyük zararı vermek demektir. İşte hayattan çıkmak isteyenler; önce ailelerinde “Sen de kimsin ki!” hissiyatı oluşturulmuş sonra da ailesinin bıraktığı yerden eşi de bu tutumu devralarak aynı örseleyici ve yıkıcı sözleri eşinin devam ettirmiş. Bu durum hayattan kopma sebebidir. Oysa insanın kendi özünü sevmesine, inanmasına ve güven duymasına ihtiyacı var. Bu yoksa kayboluruz