Dünya kurulduğundan beri bütün darbecilerin, zalimlerin, faşistlerin, çetelerin, terör örgütlerinin temel mottosu haline gelmiş bir söz: “Nefret etsinler, yeter ki korksunlar…”

Çünkü hoşgörü ve bilgi zafiyeti içerisinde olanların yönetim anlayışı, horgörü, sindirme ve korkutma üzerine kurulmuştur ve bütün güçlerini buradan alırlar…

Korkuyu bir stratejiye dönüştürerek, propaganda yöntemleriyle ve ete-kemiğe bürünmüş somut ama etkili birkaç gerçek vahşetle insanların zihinlerine kazırlar…

Artık zihinler korku tarafından esir edildiğinde, zalimin her yere yetişmesine, herkesin başına bir asker dikmesine gerek kalmaz; çünkü onun en büyük “asker” olan “korku” hep iş başındadır…

Üstelik öyle ürkütücü bir askerdir ki “korku”, esirini en kapalı mekânlarda, uykusunda bile terk etmez; insan askerin taşıdığı hiçbir ihmali taşımaz hatta yeme içime gibi ihtiyaçları olmadığı için o anlar kadar bile “nefes” vermez kurbanına…

Zalimler yok olup gitse de, zihinlerde inşa ettikleri “korku askerleri”yle birlikte gitmezler; arkada kalanların zihinleri hala işgal altındadır…

Hatta sonraki nesillere bile bir “korku transferi” gerçekleşir ve bu zihinsel esaret birkaç nesli yer…

Yaşayanlar kadar olmasa da, korku hikâyeleriyle büyüyenler de “ihtimaldeki korkuyu” hiç gelmeyecek olsa bile beklemeye başlarlar…

Tarihinde zulüm olan ve zihinleri korku ile işgal edilmiş milletler, ne kadar da şansızdırlar; diğerlerine göre…

Zulüm ile abad olunamayacağı için yok olup gitmiş olan zalimlerin inşa ettiği hafıza, süreksizliklerin, tarihteki makas değiştirmelerin “iyileştirici gücü”yle ancak bertaraf edilebilmiştir…

Yoksa bir düşünün, Eski Roma’da zalim kralların, insanları vahşi bir hayvanla aynı çuvala koyup ağzını bağlayarak suya attığı o zulüm çeşidinin travmasını…

Ya da yediği balıkları insan etiyle besleyen o Romalı komutanın, zihinleri işgal eden dehşetengiz “korku askeri”ni…

Hangi zihin böyle bir esaret altındayken kendinden bekleneni verebilir?

Bir düşünün!

Moğolların zalim yönetimini ya da Hitleri, Mussolini’yi, Mao’yu, Kuzey Kore’yi; onların zulmü altında gelişmiş, dünya çapında fikir ya da sanattan söz edebilir misiniz?

Onlar kadar olmasa da, bu ülkenin yakın geçmişinde yaşananları Tek-Parti ve darbeler üzerinden okuduğunuzda, benzer bir sonuç sizi bekleyecektir…

Bugün acaba;  “Nefret etsinler, yeter ki korksunlar” denmediği için dünyada bu denli ses getiren başarılara imza atıyor olabilir miyiz?

“Vatandaşların sevgisi, alt edilemeyen tek savunmadır”ın gerçek ispatı 15 Temmuz’da kesintiye uğrayan, makas değiştiren “darbe korkusu işgali”nden zihinler kurtulduğu için daha güvende hissetmenin bahşettiği bir lütufla, kalıcı işler yapma azmimiz tetiklenmiş olabilir mi?     

Dünyanın en zalim devleti İsrail’e ve onun yaymaya çalıştığı korkuya zihnini esir etmeyen Filistinli kardeşlerimin cesaretinin ne anlama geldiğini de bu vesileyle tespit edelim…

Tarihimiz, bu cesareti anlamaya ve hakkını teslim etmeye müsaittir; bu empati ancak yine bizde olduğu içindir ki, sesi yüksek çıkan tek ülkeyiz… 

Zira en büyük “özgürlük” açık havada olmak değildir…

Zihni özgürlüğün kıymetini bilmek temennisiyle!