Asla Türkiye’nin gerçek gündemini temsil etmeyen videolu salvoların ortasında, bize gösterilmek istenene değil de gerçeklere odaklanmak çok daha anlamlıdır kanaatimce…

Örtülmek isteneni açmak için de bundan daha etkili ve dingin bir yöntem yoktur…

Sürekli olarak çıkarılmak istenen siyasi krizlerin hedefinde de sağlıklı anlama ve algılama halimiz vardır; krizler kendi gerçeklerini dayatır hakikatiyle…  

Çok fazla izleniyor olmaları asla yanıltıcı olmasın; zira kamu vicdanı izler ve en ikna edici kararını da verir/vermiştir…

Notumuzu düştüğümüze göre konumuza dönebiliriz…  

Ak Parti iktidarı dönemim en çok yatırım yapılan alanlardan biri de her türünden ulaşımdır…

Süreç henüz tamamlanmamış olsa da ciddi bir mesafenin alındığını, zamanın şahitleri olarak ve mukayese ederek görebiliyoruz…

Yapılanın, gelecek nesiller için ne demek olduğunu ancak geçmişten örneklerle somutlaştırabiliriz; geleceğin en iyi simülatörü geçmiştir çünkü…

Bugün temel ulaşım alanları kara, hava, deniz ve raylı sistemler ve onlara uygun vasıtalar olsa da, tarihin her döneminde hem yolların hem de vasıtaların önemi değişkendir…

Ama değişmeyen tek özelikleri adeta bir organizmaya can veren kanı taşıyan “damar”lar gibi olmalarıdır…

Henüz kara yollarının ve vasıtalarının dünya da ulaşımı her toplum ve sınıf için daha ulaşılabilir kılmadığı dönemlerde deniz ve nehir yollarının ne anlama geldiğine iyi bakmak lazım…

Sonrasında da demir yolu avantajını sahip bölgelerin “medeniyet filizlenmesi”nde neler başardığına…

Aslında “Yol ve su medeniyettir” ana ilkesi, tarih en kadim hakikatlerinden biridir; kültürel, ekonomik ve askeri anlamda her türlü şeyin aktığı damarlar olarak…

Gelin şimdi bazı somut örneklerle ete-kemiğe büründürmeye çalışalım…

Grekleri, Romalıları, Venediklileri, Cenevizlileri, Portekizlileri, İspanyolları, İngilizleri, Osmanlıları kendi bulundukları çağlarda zirveye taşıyan şey, suyolları değil miydi?

Kara imparatorluklarında da ilk büyük medeniyet merkezleri, taşımacılığa izin veren önemli nehir havzalarında değil miydi; medeniyetin karaların daha içlerine uzanması açısından?

Dicle’nin, Fırat’ın, Nil’in, Tuna’nın, Ren ve Sen’in, Don ve Volga’nın hangi medeniyetleri beslediğini, çiçeklenmesine fırsat verdiğini çok iyi biliyoruz…

Sonra demiryolu ağına sahip olmanın ne olduğunu anlamak için Batı ve Doğu Almanya arasındaki ekonomik ve kültürel uçurumu iyi anlamak gerekir…

Karayolu avantajına sahip olmanın mukayesesine de karalar arasındaki rekabetten ulaşılabilir; geçit vermeyen bölgelerle ulaşılabilir olanlar arasındaki gelişim farkı sebebiyle…

Bir ülke medeniyetin hangi öğesini kendi topraklarında ve kendi gücüyle beslemek istiyorsa ondan önce, ulaşım sağlayan araçları ve aracıyı -kara, hava, deniz, nehir, kanal, boru hattı- beslemek ve büyütmek zorunda; tıpkı geçmişte olduğu gibi…

Hayret verici olsa da, bugün yolun ve vasıtan ne olduğunu hala anlamaktan uzak olanlarımız var…

Bu, tarih bilmemenin bir sonucuydu; bir başka sebep ise gözlerinin önünde somut bir örneklerinin olmayışı…

Artık ideolojik bir miyopluk söz konusu değilse her türden somut örnek ortadadır ve istikamet doğrudur ve bellidir…