Türk tarihinde Mayıs ayı, milleti derinden etkileyen güzel gelişmeleri bağrında taşımasının yanında, derin acıları ve bu acıların zaman ilerledikçe daha da katmerleştiği durumları sembolize eden bir özelliğe sahiptir. Tarihte yer almış bu acılardan birisi de 18-21 Mayıs 1944’te, Tatarların, vatanları Kırım’dan sürgün edilmesidir.

Fatih döneminden itibaren Osmanlı hâkimiyetine giren Kırım, 1771’de Rus işgali başlayana kadar yerli ahalinin tamamının Müslüman olduğu bir yarımadaydı. Osmanlı devleti Kırım’a büyük önem veriyordu. Çünkü Kırım, kuzeyden gelebilecek tehlikelere karşı Karadeniz’in giriş kapısı ve İstanbul’un güvenliği için stratejik bir yerdi. 1771’de Kırım’da Rus işgali başlayınca Karadeniz’in üç asırdır “Osmanlı Padişahının bahçesinin içindeki, havuz” olma özelliği de tarihe karışmış oldu.  

1771 yılı yaz aylarında Rus ordusu neredeyse hiçbir mukavemetle karşılaşmadan kısa zamanda tüm Kırım’ı işgal etti. 1768’de başlayan ve Akdeniz, Kafkasya ve Balkanlarda farklı cephelerde Ruslarla savaşan Osmanlı devleti, bu işgali önlemeye yönelik köklü bir savunma yapamadı. Osmanlı askerleri ile Tatarlar arasındaki suni çekişmeler, rehavet içinde olan Tatarların eski savaşçılık özelliklerini kaybetmeleri, Rusların zaman içinde gelecek vaadiyle Giray ailesinden Şahin Giray gibi bazı Tatarları elde etmeleri ve bu kişilerin işgalcilere yardımlar sağlaması gibi sebeplerle Kırım, bir daha geri gelmemek üzere Rus kontrolüne geçti.    

Savaşın galibi olan Rusya, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması ile Kırım’ı Osmanlı devletinden kopararak sözde bağımsız hale getirmeyi başardı. Bu sürede on binlerce Tatar öldürüldü ve on binlercesi de Anadolu’ya göç etti. Kırım adeta boşaltıldı. Ruslar, adanın demografik yapısını değiştirmek için Rusya içlerinden köylüleri, kuzeydeki Hristiyan Kazakları, Ege adalarından Rumlar gibi farklı insan kitlelerini getirerek zirai ve ticari açıdan verimli noktalara iskân etti;  bir süre sonra da Kırım’ı ilhak etti. 9 Ocak 1784 tarihinde baskı ve tehditlerle Osmanlı devletine bu ilhakı resmen kabul ettirdi.   

Buna rağmen Osmanlı devleti hiçbir zaman Kırım’ın Rus işgaline girişini kabullenmedi. Kırım’ı kurtarmak, Osmanlı dış politikasının ana unsurlarından biri oldu. Fakat bunu başaramadı.

Bugün Kırım’da Tatar nüfusu yok denecek kadar azdır. Çünkü Tatarlar asıl büyük acıyı 18-21 Mayıs 1844’te Stalin’in emriyle yaşadılar ve vatanlarından sürgün edildiler. Staline göre Tatarlar, kendi yurtlarında vatan hainiydiler. Kafkasya’da yaşayan diğer Müslüman milletler gibi Tatarların da sürgün kararı alındı. Her aileye hazırlanmaları için bir saati aşmayan süreler verilerek, 18 Mayıs 1944’te Özbekistan, Kazakistan, Sibirya ve diğer coğrafyalara sürülmeye başlandılar. Köylerden, hayvanlara bile reva görülmeyen şekillerde toplanan, kamyonlara tıka basa doldurularak trenlere taşınan Tatarlar, neler olduğunu bile anlamadan birkaç saat içinde vatanlarından uzaklaştırıldılar.

Üç gün içinde Kırım, Tatarlardan tamamen temizlendi. Bu üç gün, insanlık tarihinde benzeri görülmemiş acıların yaşandığı ve canavarlıkların sergilendiği kara günler olarak hafızalara kazındı. Ruslar, onların yerlerine Rusya’dan getirdiği unsurları yerleştirdi.

18-21 Mayıs 1944, Tatarlar için büyük vahşet günleridir. Bu taşıma esnasında açlık, hastalık ve şiddet yüzünden binlerce Müslüman Tatar hayatını kaybetmiştir. Hayatta kalanlar için ise esaret acıları, vatan hasreti ve hayata tutunma mücadelesi başlamıştır. Bu acı hala devam etmektedir.

1771’de Rus işgali ile başlayan, göç ve katliamlarla büyük kayıplar veren ve 1944 sürgünü ile vatanlarından tamamen koparılan Tatarlar, hâlâ Kırım’a dönme mücadelesi veriyor. Bu uğurda ölenlere rahmet diliyoruz.