Üstad Necip Fazıl Kısakürek(26 Mayıs 1904-25 Mayıs 1983) hem yaşadığı dönemde hem de vefatından sonra sadece kültür ve edebiyat sahasında değil siyaset ve toplum sahasında da en fazla konuşulan isimlerin başında gelir. Vefatının üzerinden neredeyse 40 yıl geçmesine rağmen gündelik hayatımızdaki tesiri artarak devam etmektedir. 

İslami camiada “Üstad” sıfatı sadece iki isme layık görülür. Bunlardan biri Üstad Necip Fazıl diğeri ise Üstadın en aziz talebesi Sezai Karakoç’tur. Bu durum, milletimizin değer verdiği isimleri baş tacı etme şeklidir. Üstad Necip Fazıl aynı zamanda “Sultanu’ş Şuara/Şairler Sultanı” olarak da anılır.

Üstadın isminin bunca bilinirliğine rağmen eserlerini hakkıyla okuyup sindirenlerin sayısı çok azdır. Bu da ister istemez Üstadı klişelere/kalıplara hapsetmiştir. Oysa Üstad hakkıyla anlaşılmak ister. O’nu sembolleştirmek yerine dediklerine kulak vermek zamanıdır.

Üstadın Büyük Doğu Yayınlarından çıkan kitaplarının sayısı 100’ü geçmiş durumdadır. Şiir, edebiyat, tarih, siyaset, hatırat, tasavvuf, biyografi, felsefe, makale, oyun, roman ve hikâye gibi pek çok alanda yazılan bu eserler alanındaki en idealist çalışmalar olarak anılmaya devam ediyor. Çünkü Üstad hangi alana el atmışsa o alanın zirve eserini vermek üzere yola çıkmıştır. Bu durum Üstadın karakteriyle de uyumludur.

Üstadın hayatı kadar şeffaf başka bir hayat yok denecek kadar azdır. Çünkü Üstad hayatının tüm dönemlerini olabildiğince açık ve samimi şekilde yazmıştır. Künye, O ve Ben, Babıâli, Kafa Kâğıdı kendi hayatıyla yüzleştiği eserlerindendir. Bunların yanı sıra Rapor ve Çerçeve serisi ile tiyatro ve romanları da Üstadın hayatının izdüşümleriyle doludur.

Yaklaşık 30 yaşına kadar dünyevi bir hayat geçiren Üstadın tüm bu süre boyunca arayış içerisinde olduğunu biliyoruz. Henüz 20’li yaşlarında yazdığı Kaldırımlar şiiri bunun ipuçlarını verir. O dönemde en yakın arkadaşları olan Ahmet Kutsi, Falih Rıfkı, Yakup Kadri, Peyami Safa, Burhan Toprak, Muhsin Ertuğrul, Abidin Dino, A. Hamdi Tanpınar gibi isimler Üstadın arayışlarının ve dönüşümlerinin şahididir.

Yazdığı şiirlerle tüm tabuları yıkan Üstad Necip Fazıl’ı başta Nurullah Ataç olmak üzere pek çok eleştirmen bir “deha” olarak kabul etmiş; Orhan Veli, Faruk Nafiz, Cahit Sıtkı, Ahmet Kutsi gibi pek çok şair şiirlerinde Üstadın tesiri altında kalmışlardır. Tüm gazete ve dergiler o dönemde Üstada yazılmış methiyelerle doludur. Buna rağmen 1934 yılından itibaren İslami dünya görüşüne geçmesi üzerine kendisini “deha” olarak adlandıran aynı isimlerin saldırılarına maruz kalmıştır.

Üstadın izzet ve vakarı o zor dönemde ayakta kalabilmenin yoludur. Üstad İslam düşmanlarına anladıkları dilden cevaplar vermiştir. Hiç kimsenin “ Allah” diyemediği bir ortamda Üstad sessiz çoğunluğun sesi olmuştur. Bu yolda hapis hayatı dâhil çok ağır bedeller ödemiştir. Bu sebeple biz Üstad için “hiç kimse yokken o vardı” diyebiliyoruz. Ben ve Ötesi(1932), Tohum(1935), Beklenen(1937), Bir Adam Yaratmak(1938), Büyük Doğu Dergisi(1943) bu ilklerden sadece birkaçıdır.

Osmanlı, Türklük, İnkılâplar, Kuran eğitimi, Türkçe ezan, Masonluk, Sultan Abdülhamid, Sultan Vahdettin, İskilipli Atıf, Said Nursi gibi konularda ezberleri bozan ilk eserler de Üstada aittir. Üstad ömrünün 1934’ten sonraki kısmında Allah’tan başka mabud, Resulullah’tan(sav) başka önder, Abdulhakim Arvasi’den(ks) başka mürşit tanımamış ve başka hiç kimsenin önünde boyun eğmemiştir.

Üstadı sayfalarca anlatsak da yetmez. En iyisi O’nun benzersiz dehasını, zekâsını, cefasını kitaplarından tanımaktır. Çünkü bugünün Türkiye’si herkesten çok Necip Fazıl’ın duası, çilesi ve gözyaşıdır. Mekânı cennet olsun.