Soğuk Savaş yılları Amerikalılar ve Rusların karşılıklı tehditleriyle geçse de uluslararası sistemde denge dönemi olarak anılır. Daha sonra SSCB’nin dağılması Amerikalılara hegemonik bir rol bahşetmiştir. Böylece dünya, tehditlerin ötesinde asimetrik çatışma ve savaşların fazlaca yaşandığı bir döneme girmiştir. “Hegemonik istikrar teorisi”nin aksine direkt ya da vekaleten yürütülen savaşların istatistiki sonuçları dünyanın hegemonya öncesine göre daha barışçıl bir hale geldiğini göstermez.  

Heidelberg Uluslararası Çatışma Araştırmaları Enstitüsü’nün 2020 yılı yayınladığı rapora göre geçtiğimiz yıl dünya genelinde 19’u sınırlı olmak üzere toplam 40 savaş gerçekleşmiştir. Bugün de bu şiddetli çatışmalar büyük oranda aynı şekilde devam etmektedir. ABD hegemonyası bir istikrar sağlayamadığı gibi, şiddetin dünya geneline yayılmasına katkı sunmuştur. Böylesine şiddet ve tek taraflı güç sarmalına hapsolmuş bir atmosferde son dönemde özellikle olağanüstü ekonomik atılımlar gerçekleştirmiş ve eşsiz büyümesiyle dikkatleri üzerine çekmiş Çin, yeni bir güç dengesi oluşturabilir mi sorusu tartışılmaya başlanmıştır.

Çin’i nev-i şahsına münhasır kılan mesele iktisadi kalkınma da tercih ettiği yöntem ile ilgilidir. Çinliler, 1980’lerden sonra dünyayı domine eden neoliberalizm ve küreselleşmenin girdabına kendilerini kontrolsüzce kaptırmadan piyasa ekonomisini uygulamıştır. “Kontrollü Pazar Sistemi” olarak da adlandırılan karma yapı özgün bir şekilde uygulanabilmiştir. Başarılı şekilde sistemi uygulayan Çin, bu yönüyle alternatif olma özelliği de taşır. Söz konusu başarı hikayesine gölge düşürecek durumlar da yok değildir. Ülke içi bölgeler arasındaki gelişmişlik düzeyi farklılıkları, fakir ve zengin halk arasındaki uçurumun yüksekliği, büyüme için gerekli olan enerji kaynaklarının teminindeki muhtemel zorluklar bunlardan sadece bazılarıdır. Ayrıca Çin’in ekonomik gücündeki başarıya uygun siyasi ve askeri etkinliğin sağlanamamış olması da önemli kalkınma riskleri olarak görülmektedir.

Dünya nüfusunun beşte birine sahip olan ve ekonomik büyüklük olarak da Amerika’dan hemen sonra gelen Çin, son dönemde dünyaya ilan ettiği Bir Kuşak Bir Yol projesiyle dikkatleri tekrardan üzerine çekmiştir. Yeni İpek Yolu projesiyle böylelikle Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını kara ve deniz yoluyla birbirine bağlamayı hedeflemiş olan Çin, bugüne kadar ki en yüksek bütçeli bir yatırımı da gerçekleştirecek olması yönüyle kendi potansiyelini ortaya koymuştur.

Tüm olumlu ekonomik çıkarımlara ve iddialı projelere rağmen yerküremizde bir karşı denge unsuru olarak Çin’in kendini gösterebilmesi gerçekçi bir bakış açısıyla değerlendirildiğinde pek mümkün gözükmemektedir. Muhtemel hegemon güç olabilecek devlet her şeyden önce kendi içindeki problemlerini büyük oranda çözmüş olmalıdır, oysa Doğu Türkistan, Tayvan, Hong Kong meseleleri sorun olarak beklemektedir. Siyasi sorunların dışında kalkınma sürecini tamamlamış, yapısal sorunlarından ekseriyetle uzaklaşmış olmalıdır. Fakat bahsedildiği üzere rafta birçok sorun çözüme muhtaçtır. Yine bir ülke kendi vatandaşlarını belirli bir standarda ulaştırdıktan sonra global düzeyde söz söyleme hakkı elde eder. Oysa kişisel haklar ve özgürlükler ile ilgili Çin’in karnesi pek iç açıcı değildir.

Son 40 yılda yaklaşık %10’luk büyüme oranlarıyla mucizevi bir atılım sağlamış olmak ülkeyi “gelişmekte olan ülke” statüsünden çıkaramamıştır. Uzun yıllardır dünyanın her yerinde Çin ürünleri tüketiliyor olsa da marka oluşturmada ülkenin başarılı olduğu da söylenemez. Huawei, Alibaba gibi birkaçı dışında isim yapmış şirketler ortada yoktur. Hemen yakınındaki Güney Kore ile karşılaştırıldığında bile Çin’in performansı bu açıdan zayıf kalır.

Küresel güç olma iddiasındaki bir devlette bazı özellikler aranır. Mesela Amerikalılar teknolojik ürünleri satarken aynı zamanda kültür ihraç eder, böylelikle dünyanın her yerinde tekrardan potansiyel tüketiciler oluşturur. Dahası trend ve akımları belirleme, rol modeller oluşturma gibi meseleler bu ülkenin rutin faaliyetleri içerisinde yer alır. Dünya siyasetindeki etkinliğinin yanında diğer toplumlar üzerinde yönlendirici etki de bulunabilecek enstrümanlara sahip olunur. Çin bugün şayet sınırlar olmasaydı insanların en çok gidip yaşamak istedikleri ülkeler içerisinde değildir, toplumsal standartlarının çekiciliği bu düzeyden çok uzaktır. Sayılan birçok vasfı öyle veya böyle Amerika üzerinde bulundurur. Bunu CNN, MTV, Hollywood, Facebook vb. şirketlerin dolaylı katkı ve aracılığıyla gerçekleştirir. Bugün Çin bu vizyondan çok uzak olmakla birlikte kendi içindeki birçok siyasi, ekonomik, toplumsal problemleri de henüz giderememiştir. Dolayısıyla Çin ya da başka bir ülkenin her yönüyle gelişmiş bir ülke statüsüne terfi ederek mevcut asimetrik güç dengesine bir çare olabilmesi bugünün koşullarında maalesef olası değildir.