Biraz aşağı ya da biraz yukarı yıllarla ifade edilmeye çalışılsa da, ortalama iki yüz yıllık bir fikir buhranımız var…

Bu sancılı, buhranlı yıllar artık yeni doğumların habercisi sancılara evrilmiş olabilir mi?

Sancının şiddetlenmesi, bizlere yeni bir “fikri iktidar”ın doğumu için umutlanma fırsatı verecek mi?

Bunu yaşayarak öğreneceğiz…

Bize düşen görev, asla istikametimizi kaybetmemek ve her ne işle meşgulsek o alanda üzerimize düşeni bihakkın yerine getirmektir…

Batı karşısında güç kaybeden medeniyetimizin fotoğrafını sadece bugün çekebilenlerin olduğunu düşünmek, buhranın fotoğrafını ta ilk anlardan itibaren -sayıları azda olsa- neredeyse kusursuz çeken ilim ve fikir insanlarına büyük bir haksızlık olacaktır…

Hepsine yer veremeyecek olsak da onlar, canları pahasına kendi inanç ve kültürlerini savunmuş ve Batı karşısındaki ezikliği, eziklerin yüzüne yüzüne haykırabilmişlerdi…

Namık Kemal’in: “Bir adamın velev taşlarla beyni ezilsin, fikrince kanaat ettiği tasdikatı tağyir etmek kabil olabilir mi? Velev hançerle yüreği parçalansın, vicdanınca tasdik ettiği mûtekatı gönlünden çıkarmak mümkün olabilir mi?” sözleri, bu dik duruşun ve inancın en açık ifadeleridir kanaatimce…

Ahmet Haşim’in, Batı anlayışının zihinlerdeki işgalini saat metaforu üzerinden tasvir eden o mükemmel satırlarını görmezden gelebilir miyiz?

Ne diyordu: “İstanbul’u yenileştiren ve yerlisini şaşırtan istilaların en gizlisi ve en tesirlisi yabancı saatlerin hayatımıza girişi oldu. ‘Saat’ten kastımız, zamanı ölçen alet değil, fakat bizzat zamandır.” Müslümanın zamanı da artık Batı’nın esiridir çünkü…

Ya Yahya Kemal Beyatlı’nın Batılı istilayı tasviri; onun hakkını teslim etmeden olur mu?

Beyatlı: “Ezansız kalınca semtler, milli ruh rayiha gibi uçup gider” derken, aynı endişeyi ezanın susması korkusuyla ve adeta feryat ile ifade ediyordu...

Onun korkusu; “Çocuklar Müslümanlığın çocukluk rüyasını nasıl görebilir?” üzerineydi…

Sonradan Kemalizm’in önemli isimlerinden biri olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu’da Batılı istilaya çok sert bir direniş gösterir, kadınlarımıza seslenirken: “Aman çarşafı ve peçeyi çıkarmayın” der…

Sebebini; “Sizi kem gözlerden sakındık da böyle yaptık. Yazık değil mi ki yabancı gözlerin kıvılcımı sıçrasın” sözleriyle anlatır…

“Uyanık tenkid, kör taklidin yerini tutmuştur” diyen başka bir Kemalist’e, Falih Rıfkı Atay’a da kulak verelim ve fikri istilanın ne demek olduğunu, onun bir İngiliz büyükelçisinden aktardığı örnekle ifade edelim: “Fransız merakı İngiltere’yi sardığı vakit, kendi eşyalarımızı attık ve Paris eşyaları edindik. Şimdi a attığımız eşyaları nerede bulsak altın pahasına geri alıyoruz.”

Batı karşısındaki ezikleri: “Kendi elleriyle kendi gözlerini çıkaran bir idrak hastası” olarak tanımlayan Cemil Meriç’in: “İstikbalimizi kendimize karşı kazanmak zorundayız” telkininin şuuruna ne kadar varabildik bilemiyorum; ama olumlu bir istikamette olduğumuzu gösteren önemli işaretler var…

Umarım bu işaretler geçici ve yanıltıcı değildir çünkü çerçevesi iyi çizilmemiş, sürdürülebilir kılınamayan hiçbir fikir kitleleri etkileyemez…

Bugünkü kavgamız tıpkı dün olduğu gibi: Fikir haysiyetinin, namusunun kavgasıdır…

Ve inşa’Allah çok daha umutluyuz!