Suriye’nin kuzeyinde kurulmak istenen ABD destekli sözde bir devlet için yapılanları/yapılmaya çalışılanları hala zihninde oturtamayanlara İsrail planının, İngilizler tarafından nasıl ısıtılıp, pişirilip servis edildiğini bir kez daha ve çok dikkatlice okumalarını şiddetle öneriyorum…

O gün Yahudilerin, İngiltere’nin Süveyş Kanalı’yla ilgili çıkarları için iyi bir bekçi olacağı inancını tetikleyen şey, sürece öncülük eden Siyonist Weizmann’ın: “Britanya sömürgesi olarak Yahudilerin Filistin’e göç etmesi desteklenirse Yahudiler bunu geliştirecek ve Süveyş Kanalı’nın güvenliğini sağlamaya yardımcı olacaklardır” sözleriydi…

Oysa bu yaşananlardan çok kısa bir süre öncesine kadar Yahudiler, Batı için en tehlikeli ve baş düşmanlardı…

Başta İspanya olmak üzere Avrupa’nın her yerinden nasıl kovulduklarını hatta I. ve II. Dünya Savaşları arasında nasıl soykırıma uğradıklarını Bernard Levis’in “Çatışan Kültürler” kitabından okuyabilirsiniz…

1917 Balfour Deklarasyonu’yla verilen sözler, I. Dünya Savaşı’nın da hazırladığı koşullarla birlikte ve elbette Arap coğrafyasındaki misyonerlik faaliyetleri ve içerden işbirlikçiler ayartma gibi bin bir türlü hile ve entrika ile adeta ilmek ilmek ve bütün dünyanın gözleri önünde örüldü…

Dönen entrikaları bugün açılan arşiv kayıtları, tanıkların yardımı ve arkadan gitmenin de sağladığı avantajlarla çok daha açık ve net olarak görüyoruz…

McMahon ve Şerif Hüseyin arasındaki mektuplaşmalardan ihanetin, İngiliz-İrlandalısı toprak sahibi bir babanın evlilik dışı çocuğu ve astsubay Lawrence’in misyonerlik faaliyetlerinde de, bir toplumu hilelerle kandırmanın, namertliğin izlerini sürebiliyoruz…

Ya da uluslararası hukuk şemsiyesine büründürüp daha kolay yutulur lokmalara bölmenin nasıl bir şey olduğunu, Sykes-Picot Antlaşması’ndan çok açık olarak anlayabiliriz…

Burada elbette kananlar, kandıranlar kadar suçlu ve haindirler; akıllarını kullanmadıkları ve gördükleri vefayı hançerledikleri için…

İsrail ise zayıflayan İngilizleri satıp ABD’ye yanaştığı gün, “güçlü sahip” pesinde olduğunu da açıkça göstermiştir…

II. Dünya Savaşına kadar İngilizlerin yanaşmalığını, bekçiliği yapan ve bunun karşılığında da yemini alan İsrail, o gün başlayan ve bugün de hala devam eden bir ABD yanaşması ve bekçisidir kukusuz; onların çıkarlarını korurken, karnını doyurmaya ve sahibi adına masum insanlara “gladyatörlük” yapmaya devam ederek bunu ispat etmektedir…

Gazaba uğrayanlar ise İngilizlerin ve Siyonistlerin oyununa gelerek, krallık vaatlerine kanan Şerif Hüseyin ile oğulları Faysal, Abdullah ve avaneleridir…

Aynı delikten ikinci kez sokulmanın akılla bir bağı olmasa da, hala kuru bir sarhoşlukla ve sahibi için ölmeye hazır bir satılmışlıkla, -Filistin halkından bağımsız- Filistin’de oynanan oyunu yinelemeye hazır bir “hainler topluluğu”nun hemen yanımızda duruyor olması çok manidardır…

Fakat ihanet üzere olanların ve Filistin’de yaşananı simüle etmeye çalışanların kaçırdığı bir gerçeği hatırlatmam gerek…

Filistin’de yaşananlarla bugün yaşananların koşulları aynı değildir; tıpkı o koşulları değiştiren Türkiye’nin de aynı olmadığı gibi…

Ne demek istediğimi Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Pençe operasyonlarının muhatapları çok iyi anlayacaklardır…

Kuklayı da, kuklacıyı da iyi görüyoruz artık…