Gün içinde çok defa kendimizi hep bir gidişin içinde buluyoruz. Devamlı bir yerlere yetişmeye çalışıyor ve her vakit yolda oluyoruz. Garip! Dünya denen bu seferin içinde kendimize onlarca başka sefer icat edip de şöyle aheste ve kendinden emin gidebilmek varken bu dünya yolunu garip bir hengâmenin tam orta yerinde geç kalmaya yakın bir haldeyiz her birimiz.

Son zamanlarda en çok gördüğüm hal bu benim. Öyle büyük büyük hayalleri olan ve çok uzak zamanların planlarını kuran insanlara her ne kadar saygı duysam da ağır aheste yaşayıp toprağı incitmekten korkarcasına bu dünya yolunda yürüyenlere ayrı bir hayranlığım var.

Ha belki de bu durum yaşadığımız bu zamanın bize verdiği onlarca mecburiyetten biridir. Onu da bilmiyorum. Hızlı yaşamaya ve bu hızın içinde pek çok güzel şeyi kaçırmaya mecburuz belki de.

Şöyle bir kıssa hatırlıyorum:

Adamın biri bir dağın başında bağdaş kurup oturan bir başkasını görür. Öylece oturmuş sessiz ve sakin bir halde otların arasında boy vermiş olan bir çiçeği seyretmektedir. Hem de bu öyle az bir zaman sürmez. Belki bir saat ya da belki daha fazla öylece olduğu yerde o çiçeği seyre dalmıştır adam. Diğeri en sonunda dayanamayıp yanına gitmiş ve selam verdikten sonra “Yahu demiş bir saattir uzaktan sana bakıyorum. Hiç kıpırtısız şu çiçeği seyre daldın durdun. Neye bakıyorsun Allah aşkına?”

Adam yüzünü diğerine hiç dönmeden cevap vermiş: “Dünyayı seyrediyorum”

İşte tam bu aheste hali arıyorum ben. Farkındayım yanlış bir zamanda ve yanlış bir yerde yapıyorum bunu ama başka da bir ihtimalim yok maalesef. Sadece çekiniyorum biraz bunca hızlı giderken her şey o hız gözlerimden sırrı içinde saklayan belki de küçücük bir çiçeği görmeme mâni olacak diye.

Neyse bu kadar felsefeye gerek yok. Varsa da o benim meselem.

Aslında bunca cümleyi yazarken kalabalık bir trafiğin içinde bir yerlerden bir yerlere varmaya çalışırken ve saatlerdir beklerken metal yığını araçların arasında yol kenarındaki bir parkta gördüğüm elinde kırmızı bir balon tutan o küçük çocuk için yazdım.

O mu daha talihliydi ya da onun o küçük balona sıkıştırdığı dünyası mı yoksa benim bu hep yetişmekle ve hep bir aceleyle sürüklenen dünyam mı daha büyüktü anlayamadım. Ama o an şükrettim biraz da yolumu yavaşlatan bu kalabalığa. Zira hızla geçip gitsem ne o küçük çocuğu ne o balonu görecektim. Ne bunları düşünecek ne de size söyleyecektim.