Günümüzde, maalesef, sırf Selef-i Salih’in’e tâbi olduklarından dolayı ötekileştirilenler var. Entrika, iftira ve kumpaslara maruz bırakılan bu insanlar, “Salabet-i diniye”lerini muhafaza ettiklerinden dolayı da, daima yalnızlaştırılırlar. Hakkı ketmetmediklerinden (gizlemediklerinden) dolayı; türlü türlü entrika, iftira ve kumpasa da maruz bırakılırlar. Ne önemi var ki; hakkın hatırı âli olduktan sonra…

FARKLI DAVETLERLE ORTAYA ÇIKANLAR!.. 

Hazreti Üzeyir (as) asla şahsını kutsayarak, “ Allah’ın velediyim” demedi!
Hazreti İsa (as) hiç bir zaman “Allah’a evlad istinadında” bulunmadı!
Zira bu bâtıl itikat, Yahudi hahamları ve Hıristiyan papazlarının(!), Allah’a ve Resullerine iftirasından başka bir şey değildi...

Peygamberimiz (sav) dahi asla ve asla “Muhammed ibni Abdullah’a” davet etmedi. Belki “Risalet-i Muhammedi’ye (sav) davet ederek”, sadece kendisine “vahyedilen”i nazara verip, bizzat kendisi tatbikatta örnek oldu!

Peki, verese-yi nübüvvet iddiasında olup, insanları şahsına, gavsiyetine, kutbiyetine, mehdiyetine davet ederek; Peygamberimizin (asm) daveti haricinde, farklı davetlerle (!) ortaya çıkanlara ne demeli?

HAKK TEÂLÂ’NIN BUYRUĞU ORTADAYKEN...

Halbuki Allah Ahkaf Suresi’nde, tüm beni ademe, “Ey Kavmimiz! Allah’ın davetçisinin davetine icabet edin!” emriyle yol gösteriyor!

Keza, Ahkaf Suresi’nin diğer ayetinde müşriklere, “Kim Allah’ın davetçisine icabet etmezse, o kimse, yeryüzünde Allah’ı âciz bırakacak değildir. O kimse için Allah’tan başka dostlar da bulunmaz. İşte onlar, apaçık bir dalâlet içindedirler.” tehdidiyle ikaz ediyor!

Hakeza, Fussilet Suresi’nde müminlere, “Allah’a davet edenden daha güzel sözlü kim vardır?” tafsiliyle irşat ediyor!

Mamafih, Ra’d Suresi’nde müteyakkız nazarlara, “Hâk olan davet, yalnız Allah’adır.” talimiyle, davetin yalnızca “kendisine has olacağını” ilan ediyor!

MÜEZZİNLERİ DUYMUYOR MUSUNUZ?

“Allah’a davet nasıl olmalı?” sorusunun cevabı ise, nisyandan türemiş insanlara, müezzinler günde beş defa, ikaz, ihtar ve davette bulunuyor.

Evet Ezan-ı Muhammed’i (sav), “Allah-u ekber, Allah-u ekber, Allah-u ekber, Allah-u ekber” diyerek, “Allah’ın kibriya ve azametini”,

“Eşhedü en lâ ilâhe illallah, Eşhedü en lâ ilâhe illallah” diyerek, Ulûhiyetin teklifi emirlerini bize “6 bin 666 ayetiyle bildiren Kur’an-ı Kerim’i”,

“Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah, Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” diyerek, Kur’an- Kerim’in en büyük tercümanı olan “Hadis-i Şerifleri” nazara verip,

“Hayya ale's-salâh, Hayya ale's-salâh” diyerek, Peygamberimizin (asm) bizlere talim ettiği “namaza davet eder!”.

Yukarıda zikrettiğimiz sözlerin ışığında şunu söyleyebiliriz: Kur’an-ı Kerim, imamdır, haktır; başka imam yoktur. Hazret-i Muhammed (asm), Resulullah’tır, haktır, Mürşid-i Ekmel’dir; başka mürşid yoktur. O Zât-ı Ekrem (asm)’ın Sünnet-i Seniyyesi, haktır ve en doğru rehberdir.

Demek davet, yalnız Kur’ân-ı Mu’ci- zü’l-Beyân’a ve Sünnet-i Nebeviyye’ye olur. Bu davet, bin dört yüz sene önce tespit edilmiş ve kıyamete kadar hükmü devam edecektir. O halde kutbiyet, gavsiyyet, mehdiyyet, sosyalistlik, lâiklik gibi başka bütün davetler, bâtıldır, merdûddur, yasaktır, harâmdır.

Haftaya “Ezanın hakikati”nde, buluşmak üzere...

Selam ve dua ile…
Fiemanillah…