“Nedir, ne değildir” sorusu ve toplumdaki kronik sancılar aydınlar üzerinden bizi zaman yolculuğuna çıkarır; kimi zaman geleceğe, kimi zaman da geçmişe...

 Bir fikrin iskeletinden habersiz mücadeleye koşma, sömürüye razı oluştur. Sonrası çıkar düzeneğinde, soluklanış. Kişi kendiyle de tartışmalı, doğruların eğildiği, büküldüğü anları da sorgulamalı.

 Hayır, tarih boyu hep teslimiyet konuşulmuştur, özgür irade de yazılı metinleri süslemiştir. Ezilenlerin sesi olarak meydana çıkanlar, neye hizmet ettiğini dahi anlayamamıştır çoğu defa.

 Yarı uyanık hayat geçiren insanoğlu, hiç uyumayanlar tarafından uyutulmuştur. Burası dehşet. Burası korkunç bir kaza alanı. İnsan ırkının acımasızlığı.

Aydınlar değil, sözde aydınlar; onlar ütopik güç kaynakları, onlar masum ruhların despotları. Evet, halktan onuru ve huzuru çalan kurtarıcılar, kültür soyguncuları. Bugünün neslini inşa eden barbar zihinlerin sevinci kursaklarında kalacak, kalmalı da.

Ham fikirlerle idealistliğin aşılanması, kimisine güç tapınağı kimisine devrim. Her iki ucu ret edene de mozaik. Ya da toplumun çoğu menfaat ateşini, dolaylı ya da dolaysız besleyen olduğunun farkında değil?

Kendi evrenini kuranlar, (egonun yüceliği) diyebiliriz buna kendine hizmetkârlığı tercih edenler bir şey yapmalıyım diyerek tamamlar ömrü.

Diğerleri de fikir ortaklarıyla beraber sisteme depo işlevi görür.

Bu iki aralığa sıkıştırılmış düşünce diyalektiği adı altında; av ve avcılar yer alır. Peki, kim kazanıyor kim kaybediyor?

Tarihin içine gömülü olan utançlar ve zaferler hala netlik kazanmadıysa, anlayalım ki ne kazanan, ne kaybeden var. Ama oyalanan, harcanan, kullanılan ve yönlendirilen bir zümre olduğu kesin. Yani –izmler parçalamaya, bölmeye, tefrika harareti ile insanlığı yok etmeye kararlı.

 “Eski dünya ölüyor ve yenidünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” diyen İtalyan Marksist düşünür Antonio Gramsci’ye bugünden şöyle seslenebilir miyiz? Eskinin, eski dünyası ölüyor, yenidünya doğumunu dayatıyor.

Köle olarak dünyaya gelen Yunan filozof Epiktetos için hayat, bir mücadele ve kabul edişti. Sahi şartlarına isyan edince mi daha bir mutlu olur insan?.. Sanmam… Hayatı kendi lehimize çevirecek fırsatlar elbette yakalarız er veya geç. Önemli olan azim, istikrar. Filancanın imkânları bende yok diye didikleyeceğine kişi kendini sabredip, arzu ettiği hayatını inşa için çalışmalı.

 Ve her insanın başucunda muhafaza ettiği altın prensipleri olmalı, tavizsiz ahlak kurallarımız.

 Kötü şartlara, hastalığa, sakatlığa isyan etmedi, Epiktetos. “Neden lüks hayatım yok” diye kendi iç dünyasında bir çürümeye de gitmedi. O düşünmeyi, üretmeyi tercih etti, iki bin sene sonrasına Epiktetos'un verdiği mesaj, sadelik!

“Senden alınan şeylere karşı, senden alınmayacak olanları koysana! Bu senin iradendir” diyen filozof, bugünün çoklu imkânlara doğmuş gençlere, içindeki insanı savun diyor. Ve dünyayı tamir etme sevdasına, şöyle sesleniyor filozof:

“Ey dost! Önce kendini ıslah et! Sonra, insanlara felsefenin ıslah ettiği adamı göster.” Bu çağda kimlik sorunu yaşamak, tarihin karanlık zihninde dolaşmaktan başka bir şey değildir.

Tıpkı Arjantin doğumlu, devrimci Che Guevara’nın, kendi deyimiyle “Açları doyuruyorum kahraman, sorguluyorum komünist diyorlar” söyleminde gizli kalmış iç öğelerin hareketliliği gibi.

 Modern sistem neyi işaret ediyorlarsa, o oluyoruz diyebilir miyiz?

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Rıfat Ilgaz: “Leylak leylak bakıyorsun gözlerimin içine, ölümsüz bir mevsim oluyorsun.”

Kalbinize emanetseniz...