Çağın kurucu beyinlerini yetiştirmek amacında olan MTO’da Arapça, Fütûhât-ı Medeniyye, Medeniyetlerin Yükseliş ve Düşüş Dinamikleri, Düşünce Tarihi, İslâm İlimler Tasavvuru, İslâm Medeniyeti: Müzik-Mimari-Şiir gibi dersler alanında uzman isimler tarafından veriliyor.

Wittgenstein “Ancak kendinde devrim yapabilen devrimci olabilir” der ve devrimin düşünmeye başlamakla geleceğini belirterek şunu ekler “düşünmede bir sürme zamanı vardır, bir de hasat zamanı”. Cemil Meriç de "Her yüzyılda birkaç kişi düşünür, diğerleri ise onların düşündüğünü düşünür" diyerek sorunun kaynağına işaret eder.

Burada içsel devrimi başlatacak olan muharrik unsur hakiki manada düşünmeye başlamaktır. Biz buna İslami terminolojide “tefekkür” diyoruz. İlim ise tefekkürün verimidir. Oldukça zahmetli olan bu yola baş koyan kişiye de “talebe” yani ilmi talep eden denir. Şimdilerde buna ne anlama geldiği tam olarak anlaşılamayan “öğrenci” deniyor. Bu tanım eğitimden ziyade öğretime vurgu yapar.

Eğitimde bilgi dâhil her türlü teorik-uygulamalı tecrübe üzerinde durulurken, öğretimde ise daha çok bilgi (formal etkinlikler) üzerinde durulur. Eğitimde etkileşim çok çeşitli iken öğretimde planlı, programlı ve güdümlüdür. Bunun sebebi ise eğitimin zorunlu olması ve milyonları içine alan geniş bir kitlenin ortalamasına göre planlanmasıdır. Bu sistemin en büyük zararı deha seviyesine ulaşabilecek üstün zekâlı veya yetenekli gençlerin genel ortalamaya uymak zorunda bırakılmasıdır.

Eğitim sistemimizin oluşturduğu bu fasit daireyi aşmanın tek yolu öğrencilikten talebeliğe geçiş yapmaktır. Çünkü ilim, talep edenin heyecanına, gayretine ve sabrına tutunur. Büyük İslam âlimi İmam Buhari’nin henüz çocuk çağında ilim yolculuğuna çıkarak onlarca şehir dolaştığı bilinir. İmam Buhari bu şehirlerde 1000’in üzerinde hocadan ders almıştır. Günümüz temel İslam kaynaklarından biri olan “Sahih-i Buhari” işte bu gayretin ve sabrın ürünüdür.

Ivan Illich “Okulsuz Toplum” isimli eserinde günümüz eğitim sisteminin insanları sıradanlaştırdığını ve ilim heyecanını tükettiğini ayrıntılı şekilde anlatır. Uzun yıllar dört duvar arasında verilen bu müfredatta uygulamadan çok teori ön planda olduğu için buna eğitim yerine öğretim demek daha doğru olacaktır.

Peki, bu sıradanlaştıran sisteme rağmen gençlerin aradan sıyrılabileceği yol yok mudur? Elbette var. Goethe neredeyse hiç formal eğitim almadan kendini yetiştiren dehalardan biridir. İslam âlimlerinin pek çoğu ise “Hoca-Talebe” ilişkisi çerçevesinde kendilerini yetiştirmiştir. Buradan yola çıkarak ilim öğrenmenin üç temel şartını ortaya koyabiliriz; kitap, sistematik okumalar yapmak ve hocaların peşinden ayrılmamak.

Yusuf Kaplan Hocamızın ilk kez 2000 yılında denediği ve son üç yıldır yaygın şekilde uyguladığı MTO (Medeniyet Tasavvuru Okulu) akıl, kalp ve ruhu aynı anda harekete geçirmeyi hedefliyor. Sabahattin Zaim Üniversitesi'nin İpekyolu Medeniyetleri Araştırma ve Uygulama Merkezi üzerinden yapılan eğitimlere yaklaşık 10 bin öğrenci katılıyor. Salgın dönemini de değerlendiren MTO uzaktan eğitim seminerleriyle talebe sayısını bir hayli artırdı. Çağın kurucu beyinlerini yetiştirmek amacında olan MTO’da Arapça, Fütûhât-ı Medeniyye, Medeniyetlerin Yükseliş ve Düşüş Dinamikleri, Düşünce Tarihi, İslâm İlimler Tasavvuru, İslâm Medeniyeti: Müzik-Mimari-Şiir gibi dersler alanında uzman isimler tarafından veriliyor. Üç yıllık eğitim sürecinde Kaplan’ın hazırladığı 100 kitap listesi de dört kalem tekniğiyle okunuyor. Kısacası Yusuf Kaplan Hoca sessiz bir devrim gerçekleştiriyor. Tıpkı 1965-80 arasında MTTB’nin şimdiki beyinlerin tohumunu attığı gibi MTO da geleceğin tohumlarını atıyor. Hakikat ışığında medeniyetin dinamikleriyle beslenen bu gençlerimizin siyasette, ilimde, sanatta, ekonomide ülkemizin muharrik beyinleri olacağına inanıyorum.