Bu topraklar bugün olduğu gibi dünde “yolda kalmışlara” kucak açmıştı. Tarihi referanslar bize misafirperverliğin bu ülke insanının mayasında olduğunu gösterir. Bu coğrafya sürekli savaşlardan kaçan insanların bir yurt ihtiyacının karşılandığı, sulh içerisinde yaşayarak misafir olarak ağırlandığı bir ülke olmuştu. Hepimiz yeryüzünde zaten misafir değil miydik?
Göç İdaresi’nin vermiş olduğu bilgilere göre Anadolu toprakları son iki asırlık geçmişinde altı milyona yakın göçmene ev sahipliği yapmış, onlara yurt olmuştu. Asırlarca yurtlarından kovulan, istenmeyen, göçe zorlanan insanları süresiz ağırlamak bu toprakların insanlarına nasip olmuştu. İnsana, ‘sırf insan olduğu için’ değer veren, mazlumlardan yana tavrını her daim ortaya koyan, İslam dininin hoşgörüsünün de etkisiyle savaşlardan ve zulümden kaçanlara kucak açan bir ülke olmuştur Türkiye. Bugün de dört milyona yakın mültecinin yaşadığı bu ülke aynı geleneği sürdürerek dünyaya örnek olmayı başarmıştır.

1783 yılında Rusların Kırım’ı ele geçirmesiyle ilk büyük göçün başladığı Göç İdaresi tarafından aktarılır. Bu dönemde Kırım’dan akın akın insanlar bu topraklara geldiler. Daha sonra Tatarlar, Çerkezler, Polonyalılar kaçarak göç ettiler. Anadolu kendi kapısını bu insanlara açmış, tarih boyunca yurtlarından kovulan halklarla ekmeğini paylaşmanın onurunu yaşamıştır. Göç, başlı başına bir çile yoludur. Nasıl ki bugün yaşam umuduyla savaşlardan kaçarak çıktıkları yollarda ölen binlerce mülteciye şahit oluyorsak tarihte de çok sayıda insan yeni bir yaşam inşa etme uğruna hayatlarını kaybediyorlardı. Birinci Dünya Savaşı’na kadar yaklaşık 1 milyon insan bu göçlerde hayatlarını kaybetmişti.

Savaşlarda genelde galipler ve mağluplar üzerine konuşulur. Oysa burası hikâyenin sadece görünen tarafıdır. Çatışmalarda hayatlarını kaybedenler salt bir istatistik olmadığı gibi, yurtlarından sürülenler de bir mekân değişikliği talebiyle özgürce yola çıkmış insanlar değillerdir. Savaşlardan kaçanlar buna mecbur edilmişlerdir. Hayatları pahasına kundaktaki çocuklarıyla dahi korku içerisinde ve çaresiz yollara düşmüşlerdir. 1920’lere kadar Azeri ve Gürcüler, daha sonra Araplar, Boşnaklar, Yahudiler ardı sıra göç için bu toprakları seçmişlerdir. 1950’de Çin işgalinden kaçan Doğu Türkistanlılar güvenli buldukları bu coğrafyaya gelmişlerdir. II. Dünya Savaşı sırasında Nazi Almanya’sından kaçanlar, 1979 İran Devrimi sonucunda oluşan durumu kendine tehdit olarak gören bir milyon insan da Türkiye’ye göç etmiştir. 1980’lerde Sovyet-Afgan Savaşı ve 1991’deki Körfez Savaşı sonrası Türkiye’ye yoğun göçler yaşanmıştır. 1989 yılında Bulgar hükümeti tarafından göçe zorlanan Müslüman Bulgar vatandaşları gibi 1990’lı yıllarda Balkanlardan on binlerce insan da savaşlardan kaçarak bu yurda hoş gelmişlerdir. İşte bu yüzden bir “nefes alma” yurdudur Türkiye.