Şehit Ömer’e”
Mutlu çocuklar gördüm koşan
Göğü, dağı, bayramı kucaklıyordular.

Hızır’ın cübbesi vardı, çiçekler taşıyordu yanağından
Göğü kutsamış mesih yüzlü ebabiller
Yırtmış bağrını işte buradayım dercesine.

Hadi öldür ve uyandır beni
Taşın toprağın altına söyledim ne varsa
Sırdır aramızda söylemem
Kınından sıyrılmış şu gecenin ötesi yok
Evde bekliyor entariler, yıkanmamış gömlekler, pazen
Akşam pişmiş ve sofraya konmuş yemek
Beklesin!
Şimdi göğü esenlemenin vaktidir.

Karanlığı yaran hakikatti o geceyi anlatan, tarifi zor, şairi meçhul bir mısra gibi yazılıyordu. İsimlerin üzerinden geçiyordu bereketli bulutlar, görünmez damlalarını indiriyordu sessizce. Herkesin bildiği o müzik kulaklarda. Şaşırmıyordu bedenler hep bir ağızdan…

Kırıl
Bir yerinden düş ve yazıya
Simsiyah bir harf, başında muska
Hani sonra uyandığında başında sorguç
Baksın dursun ve sussun usulca.
Beni bildir ne olur
Şimdi uçuşan şu kanatları aziz varlığa
Tırpanın ucu değsin
Düşsün başım bir renk sağnağına.

Ne kaldı, hem ne gelir elinden insanın
Ölmekten başka.

Buğday başaklarının başlarını eğdiği vakitlerden birinde bir çoban kavalını asmıştı söğüt dalına. Çakısını çıkardı ve bağrına “bu iş bitti” diye yazdı. Sonra yağmur başladı. Zebaniler düşmüştü gökten ve ayılmaya ramak kala çoban ayağını koydu göğüslerine. İçli bir türkü söyledi, çarpıldılar ve kaldılar öylece. Yağmur yağıyordu, içinde meleşen kuzuların sesiyle konuşuyordu harfler. Bir dağ gibi dikildi karşılarına, zebaniler büyülü sözlerin tesirinde ardı sıra yürüdüler. Bulutları dolamıştı ayaklarına pranga niyetine, sürüklüyorlardı bir uçtan diğer uca. Çoban haberleri saldı saçlarından buğusu vadilerde yankılandı. Doğmamış çocukların adı kondu, kayıp seslerin gölgesi belirdi ve şehre girdiler tam seher vakti.
ve içli bir salâdır şehirlerin en güzel süsü
Yaşamanın, direnmenin, haykırmanın, varolmanın, hiçlikte yitip gitmenin kıyısında azur rengine yaslanan yeni bir destanın habercisidir aslında. Şehir dirilmiştir artık hiç ölmemek adına.

Kıyısına yaklaşınca yarasında gülüşen gençler
Ülkesidir işte göğün sadağında
Kanıyla helalleşiyorlardı
Gördüm.

“Ömer!” dediler, baktı
Otuz kurşun gönderdiler basamak niyetine
Koşarak çıkıyordu gördüm.

Âdem’den sonra ilk
Melekler şimdi kendiliğinden
Secde ettiler arzın sebebine.

Bilmem ben. Bilmem sağımın adını koyan bilir. Bilmem dağın, sarnıcın ucunda salınan canım, korkunun dibine ateş yakan nedir bilmem adım ne, sırrı sesli harflerin, bir babanın oğluna devrettiği ölüm hakkı, biraz ötede bir Ömer, işte o Ömer yalın kılıç sırtlanların üstüne, bilmem anlamam rengi nedir.

Ey zamanı eğip büken ey nefesi
Kırlangıçların vaktidir çok gecikme
İşte burada yorgun ve kırgın ruhları ülkemin
Kucakla yedir sermayenden kaldır
Sütünü ak çeşmelerden içmiş hepsi gör bak
Melekler uçuşuyor karınlarından bacaklarından yanlarından
Doğur şimdi vakti şu anın içine
Dursun ve desin ki
Ahdimi bozmadım, kalmadım geri
Şimdi dinlenmem gerek, hani o ebedi dinlenme yeri
Çocuklar gülüşsün neşe içinde
Savaşları ve namluları dişleyen çocuklar
Bitirsinler şu ıslak hikâyeyi.

Ey bugünüm
Ey yarınım
Ey varlığına adımı bağladığım
Kabul et
Başka renk bulamadım tenimden başka
Yazdım işte
Et kemik kan biraz parça parça
Sabahın ıtır kokusu yayılıyor üzerimden
Gelenler var
Mavi beyaz kırmızı yeşil harfleriyle
Hiç duymadığım bir destanı okuyorlar.

Yunus Emre Altuntaş