Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i bir teslimiyetin ifadesi olarak Allah için kurban etmesi girişimini binlerce yıldır tekrarlıyoruz. Bu hadise öyle güçlü bir anlatıma sahiptir ki, her devirde sanatçıları derinden etkilemiştir.

Bizans mozaiğinden, Osmanlı minyatürüne; tragedyalardan, Divan Edebiyatı'na kadar farklı inançlara mensup sanatçılar yapıtlarında bu adanış hikayesini betimlerler. Fakat elbette en büyük görsel şölen “abartılı hareket” duygusunun zirve yaptığı Barok resimde kendisini gösterir.

Caravaggio’nun eserinde Hz. İbrahim’in yere yatırdığı oğlunun korkusunu iliklerinize kadar hissedersiniz. Melek ise bir eliyle Hz. İbrahim’i tutarken, diğer eliyle koçu işaret eder. Fakat İtalyan ustanın aksine Hollandalı Rembrandt’ın aynı konulu yapıtında çocuğun yüzündeki ifadeyi göremeyiz. Çünkü baroğun bu büyük üstadı çocuğun yüzünü bütünüyle Hz. İbrahim’in eliyle kapatmayı tercih eder. Meleğin müdahalesiyle bıçak elden düşer. Karanlığın içinde parlak ışık ve gölge oyunlarıyla yapılan bu düzenleme tam anlamıyla bir başyapıttır.

Hıristiyan ikonografisi içerisinde işlenen hikâye bütünüyle İslam’ın anlatısına uygundur. Tek farkla: Kurban edilmek üzere olan çocuk, İslam’ın kabul ettiği şekliyle İsmail değil, İshak’dır. Yani Hacer’in oğlu değil, Sare’nin oğludur Allah’a adanan. Bu husus neden bu kadar önemli diyebilirsiniz. Sonuçta her ikisi de peygamber olan bu çocukların babası Hz. İbrahim değil midir?

Yahudiler ve Hıristiyanlar için bu husus önemli. Çünkü Yahudilerin İshak’ın ve onun oğlu olan Yakub’un (as) diğer adıyla İsrail’in soyundan, Arapların ise İsmail’in soyundan geldiği kabul edilir. Yani teslimiyet gösteren ve bedel ödemeyi göze alanların hangi babanın çocukları olduğu tartışması binlerce yıllık kadim bir sorudur.

Bununla birlikte, kurban edilen kişinin bir köle ve siyahi bir kadın olan Hacer’in çocuğu olması ihtimali, “asil kan ve üstün soy” gibi ilkel inançları önemseyenler için kabul edilemez şeyler olmalıdır.

Oysa İslam’a göre, babasının Allah’a verdiği söz üzerine düşünmeden bıçağın önüne başını koyan kişi İsmail’dir. Üstelik İslam, Hacer’in teninin rengineve hür mü, köle mi olduğuna aldırış etmez. Bilakis, yeryüzündeki ilk ibadet mekanı olan Kâbe’nin yanında rivayetlere göre Hz. Hacer oğluyla birlikte, tavafın etrafından yapılması zaruri olan “Hıcr-ı İsmail”de medfundur. Hatta kurban kesmenin ibadetin zorunlu bir parçası olduğu “hac”da, diğer bir zorunluluk tıpkı Hacer’in yaptığı gibi iki tepe arasında koşmak ve onun tevekkülüne şahitlik etmektir.

Rabbimiz, “bir kadının, bir kölenin üstelik bir siyahinin” imanına ve teslimiyetine bizi şahit tutmakla kalmaz; Kıyamete kadar tüm Müslümanları onun yaptıklarını tekrarlamakla görevlendirir.

Kurban bu yönüyle sadece Allah’a teslimiyet değil, ırkçılığın reddidir. Kadınları aşağılamanın reddidir. İnsanların Allah indinde eşit olduğunun ikrarıdır. Tıpkı Hacer ve oğlu gibi yurtlarından sürülen mültecilere sahip çıkmanın, ezilenlere, mazlumlara gönlümüzü açmamızın itikadi bir zorunluluk olduğunun destansı bir ilanıdır.

Söyler misiniz, mültecileri, kendisinin yoldaşlık ettiği bir “zalimin eline göndermek isteyen adam”, kurbanı hakkıyla anlamış olabilir mi?