Yıllar yılı Türkiye’nin çözülemeyen iki meselesi; birisi Kıbrıs, diğeri PKK terörü…

Kıbrıs’ta çözüm arayan Erdoğan, 2004 yılından beridir sürekli eleştiri bombardımanına tutuldu.

Çözüm Süreci’ni hayata geçirerek PKK terörünü bitirmeye çalıştığında da öyle oldu.

Birisinde Kıbrıs’ı Rumlar’a vermekle suçlandı, diğerinde terör örgütüyle pazarlık yapmakla…

Kıbrıs’ta eleştirinin merkezinde Annan Planı vardı ve onlara göre bu plan bir ihanet vesikasıydı…

Gelin görün ki Annan Planı Güney Kıbrıs’ta yapılan referandumda kabul edilmedi.

Kıbrıslı Rumlar adayı Türklerle paylaşmak istemediler.

Kofi Annan, referandum sonrası raporunda, “ Türk askeri Ada'yı hemen terk ettiği ve garantörlük hemen sonlandırıldığı takdirde Rumlar, planın yeniden referanduma sunulmasını kabul edecekler” diye yazdı.

Erdoğan her zaman barıştan yana olduğunu gösterdi.

Bu hem Kıbrıs meselesinde hem de PKK teröründe böyle oldu.

Erdoğan dün Kıbrıs’ta çözüme karşı olanlara Kıbrıs’tan şöyle seslendi:

“Türkiye ve KKTC, Ada’da adil ve kalıcı bir çözüme ulaşılabilmesi için bugüne kadar her türlü samimi çabayı göstermiştir.

Ancak Rumlar, Kıbrıs Türkü’nü azınlık olarak görme, eşitlik temelinde çözümü reddetme gafletinden bir türlü uyanamadılar.

2004 yılında Annan Planı’na ‘hayır’ diyen, 2017’de Crans-Montana’da masadan kalkan, iktidarı ve Ada’nın zenginliklerini sadece kendine hak gören Kıbrıs Rum tarafı, çözüm yolunu tıkamaya devam ediyor.

Bunlar dürüst değil. Bize söz verdiler. Verdikleri sözü tutmadılar. Referandum dediler, Güney referanduma yüzde 65 ‘hayır’ dedi ama Kuzey ‘evet’ dedi.

Kıbrıs’ta, diniyle, diliyle, kültürüyle farklı, eşit statüde iki halk ve iki devletin bulunduğu kabul edilmeden müzakerelerde ilerleme sağlanamaz. Bu gerçekleri esas alan bir çözüme ulaşılması artık tercihten öte, altını çiziyorum, zorunluluktur.”

Erdoğan Çözüm Süreci’ne karşı olanlara Diyarbakır’dan şöyle seslendi:

“Biz Diyarbakır’da 2005 yılında size ne demişsek dün de oradaydık, bugün de aynı yerdeyiz, yarın da aynı yerde olacağız. Biz samimiyetimizle barış dedik, kardeşlik dedik, çözüm dedik, adalet dedik, hak dedik, özgürlük dedik, demokrasi dedik. Biz ret, inkâr, asimilasyon politikalarını ortadan kaldırıp hak ve özgürlük eksenli bir yaklaşımla asırlık meselelerin çözümüne yöneldik.

Peki, bunlar yani terörden beslenenler, terörü destekleyenler, terörü açıkça telin etmekten korkanlar, sırtını size değil de PKK’ya, terör örgütüne dayayanlar ne yaptı?

Bu ülkede en çok Kürt kanını PKK dökmedi mi? Bu bölgede köylerin boşalmasına, yakılıp yıkılmasına, kentlerin çökmesine, sanayinin ve ticaretin bitmesine, işindeki gücündeki insanların sefalete sürüklenmesine neden olan bunlar değil mi? Kurdukları partilerde demokrasi kelimesini hiç eksik etmediler.

Biz çözüm sürecini niye başlattık?

Yeter ki artık anneler ağlamasın dedik, yeter ki akan kan dursun dedik, yeter ki milletimiz her kökenden, her inançtan, her meşrepten insanıyla kardeş olsun dedik.

Bu bölgenin insanları demokrasiden, ekonomik büyümeden nasibini alsın diye baldıran zehiri de olsa, bu meydanda söyledim, içeriz dedik. Samimiyetle başlattığımız bir süreci bunlar provoke ettiler, zehirlediler, istismar ettiler ve sonunda tamamen yıktılar.

Güya siyasetçi kimliğiyle ortada gezenler de hiçbir zaman şiddetle, terörle aralarına mesafe koymadılar.

Diyarbakır’ın Sur’unu, âlim ulema yatağı Cizre’yi, Silopi’yi köstebekler gibi kazanlara ‘Siz ne yapıyorsunuz’ demediler, diyemediler.

Tek dertleri, tek projeleri, tek gayeleri var, o da Tayyip Erdoğansız, AK Partisiz bir Türkiye.

Kafalarındaki faşist emellere bu kardeşinizi engel olarak gördükleri için de işi gücü bırakıp bizimle uğraşıyorlar.

Bunların tek bir tane hayırlı adımlarını, yaptıkları eseri, sadra şifa işlerini gördünüz mü?

Göremezsiniz çünkü yok.”