Bu hafta çok etkilendiğim bir anonim hikayeyi sizlere sunmak istedim. Zira güzel gelenek ve özelliklerimizden giderek uzaklaştığımız, her şeyin fiyatının olduğu ama değerinin giderek azaldığı bu çağda bu hikayeleri tekrar zihnimizin baş köşesine oturtmamız gerekiyor.

Annesi oğluna “hadi oğlum sofra hazır gel yemeğini soğutma” dedi. Torunu ninesine “nineciğim sen de gelsene beraber yiyelim” dedi. “Evladım evin erkeği gelmeden sofraya oturulmaz, biraz daha sabredelim isterseniz, babanız gelsin hep birlikte afiyetle yeriz” dedi ninesi torununa. Annesi çocuğun ninesine dönerek “Anneciğim bunlar eski moda kurallar, acıkan sofraya otursun yesin, babası da gelince yer, ne var bunda” dedi. Nine, “Kızım nasıl insanların edebi, hayası ve iffeti varsa evlerin de iffeti, edebi olur” dedi. Torunu söze girerek “nineciğim evlerin hayası, iffeti nasıl olur biraz anlatır mısın?” dedi.

Nine derin bir ah çektikten sonra şunları söyledi: “Biz küçük birer çocukken anne ve babalarımızın karşısında edepli oturur, onlar odada iken ayaklarımızı uzatmaz, onların karşısında sakız çiğnemez, sözlerine cevap yetiştirmeye çalışmazdık. Büyüklerimiz odaya girdiğinde hemen toparlanır, onlara baş köşeye oturmaları için yer verirdik. Sofraya babamız gelir besmele çeker ve haydi buyrun dedikten sonra yemeğe başlardık. Yemeğin sonunda her gün sırayla bir kardeşimiz yemek duası yapardı. Ailece yenen yemek kadar zevkli bir şey yoktur evladım unutma, bu sofranın edebidir” dedi. Torunu: “Bu kadar baskı sizi nasıl depresyona sokmadı nineciğim?” diye sordu.

Nine sözlerine şöyle devam etti: “Evladım bizim zamanımızda depresyon nedir bilmezdik, herkes birbirini sever, sayardı. Bir derdimiz olduğunda anlatacak büyüğümüz, eşimiz, dostumuz, akrabamız vardı çevremizde. Sevgi olunca depresyon olmaz. Yemekler lezzetli ve doğal, uykular dinlendirici idi. Ben depresyonu burada duydum, şehirde duydum. Artık hiçbir şeye saygı kalmadı. Bak evlere bile saygı yok. Görüyor musun, akşam olmuş ama kimse evinin perdesini örtmemiş, evlerin içi görünüyor ama kimse utanmıyor. Biz eskiden daha hava kararmadan kalın perdeleri çeker, ondan sonra evin lambalarını açardık. Perde kapalı olsa da üzerimizi odada değiştirmeden önce ışıkları kapatır bir de yere çömelirdik, gölgemiz dışarıdan görünmesin diye. Evin edebi önce perdelerin çekilmesinden belli olur” dedi.

Bu arada evin gelini mahcup bir biçimde mırıldanarak “haklısın anne” dedi ve perdeleri çekti.

Nine devam etti dert yanmaya ve eski güzel günleri anlatmaya: “Evlerin etrafında kocaman duvarlar olurdu ama yine de kimse avluya çamaşırlarını ulu orta asmazdı. Ev halkından bile haya ederlerdi. Bir keresinde ben daha henüz 12-13 yaşındayken içliğimi öndeki ipe asmıştım annem beni fena azarladı: -Kızım baban bugün avluya çıktı ve senin içliğin asılıydı, utancımdan yerin dibine geçtim. Bir daha ulu orta içliklerini asma en arkadaki ipe as, üstüne de uzun bir tülbent ört, altında ne olduğu görünmesin- dedi. Evladım iffet ve edebi insandan alırsan hayvandan ne farkı kalır. Ama bugün öyle mi? Geçenlerde bir balkona çıkayım dedim. Bir baktım karşıdaki komşu bütün iç çamaşırlarını uluorta ipe asmış. Ben utancımdan hemen geri odaya girdim. Bugün yemekleri herkes sokakta yiyor ama kimse kul hakkı, göz hakkı nedir umursamıyor. Eve alınanları herkes görüyor, olan var olmayan var, başkalarının nefsi çeker, bereket olmaz evladım.”

Torun “nineciğim lütfen devam eder misin çok etkileyici anlattıkların” dedi. Nine: “evladım unutma evin edebi de vardır. Ev içinde yaşananlar başka insanlara anlatılmaz, yenilip içilenler başkalarına söylenmez, arada tartışma, sürtüşme de olsa başkalarıyla paylaşılmaz. Bunlar evin iffetidir. Böylece problemler kolayca çözülür, tartışmalar büyümeden kapanır. Torun: “Nineciğim şimdi sosyal medya var, insanlar yediklerini, içtiklerini, nereye gittiklerini, neleri aldıklarını orada paylaşıp binlerce kişiye gösteriyorlar” dedi. Nine: “Bunlar çok ayıp evladım, insan yediğini, içtiğini anlatır mı? Ne demiş büyüklerimiz, yediğin içtiğin sana kalsın bana bildiğini anlat. Yani bana ibretlik bir durum varsa söyle de ders alayım demektir bu. Diğeri tecessüs denilen gereksiz meraktır oğlum, insanı yorar, vesveseye sürükler” dedi.

Gelin daha fazla dayanamadı ve muhabbete ortak oldu: “Çok haklısın anneciğim, ama maalesef daha ileri durumlar var. Mesela kadınlar veya erkekler eşleriyle en mahrem hallerini ve yakın temastaki resimlerini paylaşıyorlar ve bir de bunların beğenilmesini bekliyorlar” dedi. Nine: “Evladım bunlar kıyamet alametleri herhalde. Biz beylerimizle yan yana yürümekten ar ederdik, dul kalanlar var, hiç evlenemeyenler var, bunlar iç geçirmesin diye. Onların yaralarını deşmeyelim, gönüllerini incitmeyelim diye. Şimdi kavga da sevgi de sokakta. Ne hallere geldik. Mahremiyet olmazsa samimiyet de olmaz. Büyüklere saygı olmazsa bereket de olmaz. Şimdi karı koca çalışıyor yine de borçtan kurtaramıyorlar kendilerini, çünkü dede nine evde yok. Unutma kızım! Evin iffeti perdedir, sevginin iffeti gizliliktir, bedenin iffeti tesettürdür, utanma ve haya imandandır” dedi. Gelin: “Haklısın annecim, biz haya ve iffetimizden uzaklaştıkça bunalıma ve buhrana gidiyoruz” dedi. Torun da kaşığı elinden bırakarak “ben babamın gelmesini bekliyorum” dedi. Nine bu güzel ve anlayışlı torunu ile kızını görünce Rabbine şükretti.

Selametle...