Komplonun Latince “conspirare” kelimesinden türediği ve “birlikte nefes almak” anlamına geldiği biliniyor…

Artık neredeyse Türkçe kavram kadar hayatımızın içinde var olan “komplo” gibi, bu kavram çerçevesinde tanımladığımız komplocular da azımsanmayacak sayıda ve hayatımızın her yerindeler…

Dikkatli, ihtiyatlı ve ilmi perspektifi olanlar için aslında çok da karmaşık olmayan komplo ve komplocular Robert Brotherton’un; “Gördüğüm zaman tanırım” sözündeki kadar yalın ve aşikârdırlar…  

Hatta işini mükemmel yapmasına fırsat veren, “gerçek avı”na birlikte çıktığı -tabir yerindeyse- “yalancılar tarikatı”nın diğer mensubu medyumlar, falcılar, astrologlar, alternatif/icatçı tarihçiler kadar aşikâr ve kolay tanınabilecek kişilerdir komplocular…

Nerede ve ne zaman ortaya çıkacakları çok belli, neyi nasıl manipüle ettikleri ise oldukça ezberlidir aslında; tıpkı falcıların, astrologların kullandığı ve “Barnum” olarak ifade edilen, herkesin hayatındaki genel-geçer ifadeler gibi…  

Falcı: “Size yol görünüyor” dediğinde ıskalama ihtimali neredeyse yoktur. Çünkü sağlıklı bir insanın, yola çıkmama ihtimali yoktur. Fakat “fala inanıp falsız da kalmayan” kurban, bu gerçekten bihaber olarak yola çıkınca, “Vay be! Ne tahmindi ama” deme şaşkınlığından kendini alamaz…

Komplocunun kurbanının düştüğü durum, bundan daha az acınası bir komiklikte değildir…

Michael Barkun da bütün komplocuların birleştiği ve ikna edici olarak kullandıkları temel yöntemi üç maddede özetler:

- Hiçbir şey tesadüf değildir.

- Hiçbir şey göründüğü gibi değildir.

- Her şey birbiriyle bağlantılıdır.   

Komplocu “gerçek avı”na hep elverişli alacakaranlıkta çıkar; toplum için yeni ve henüz etraflıca göremediği belli belirsiz durumlarda, “her şeyi bilen” hatta gaipten ilham alıyormuşçasına mistik donanıma sahip bir kişilik olarak takdim eder kendini…

Ayrıca komplocunun en iyi manipüle ettiği şey yeniliklerdir bu yüzden ve hep “kötülük nesnesi” olarak takdim eder; spekülasyona uğratarak her şeyinden yararlanır yeniliğin…   

Ve elbette repütasyon yöntemini kullanır; yani toplumun itibar ettiği kanalları ve değer verdiği insanları…

İnsanların, kısa zamanda meselenin “ne” olduğunu anlayarak rahatlama arzusu da, ihtiyatlılara göre -nasıl olsa ispat isteyen de yok- çok inanarak ve “kesin” bilgiler veriyor görünen komplocuyu ne yazık ki avantajlı konuma taşır…

Bilgi yalan da olsa insanlar “gerçeği” daha doğmadan avlayan yalancıya kurban vermiştir artık; gerçek bir gün ortaya çıksa bile -yalancısı itiraf bile etse- artık bazıları için bir daha hiç olmayacaktır…

Tıpkı Gül-Haççılık üzerinden komplo üreterek insanları kandırdığını ve bu anlayış etrafında dönen belgeleri kendisin uydurduğunu itiraf eden Valentin Andrea’ya, bu itirafına rağmen hala inanların var olmaya devam ettiği gibi…

Sürekli “Uyan!” uyarısı yaparak kurbanlarını uyutan bu “gerçek avcıları” maalesef en büyük ittifakını sosyal medya ile kurmuş görünüyorlar…

Fakat çok daha güvenli olduğunu bildikleri konvansiyonel medyada itibar kazanmayı da asla ihmal etmeyerek, her gün evlerimizin başköşesinden bizlere vaaz vermeye devam ediyorlar…

Öyle ya, yalan veya komplo olsa da, “güvenilir görünen” bir ağızdan çıkmak zorunda…

Aksi halde gerçeği nasıl katledebilir ki; yalancının ağzından çıkan bir yalana kim itibar edebilir ki…