İslamiyet'in doğuşuyla inşa edilen camiler sadece toplanmak veya ibadet etmek maksadıyla kullanılmıyordu. Aynı zamanda halkın faydalanması için kitaplıklara da sahiptiler. Bu tarz camileri hicretten sonraki ilk yüzyıl içerisinde çokça görmek mümkündü. Bağışlanan, vakfedilen eserler, okur kitlesinin devre göre ihtiyaçlarını karşılamaya müsaitti...

Sonrasında, zamanla genişleyen İslam cemiyetinin artan ihtiyaçlarını karşılamak için ilk özel ve kamu kütüphaneleri kurulmuştu.

İslam ülkelerinde şahsa özel ilk kütüphaneyi tesis eden kişinin hadis ilminin bânilerinden İbn Şahab el-Zuhri (m. 640-742) olduğu düşünülmektedir. Hatta rivayete göre zevcesi "Bu kitaplara 3 ortaktan daha çok öfkeleniyorum!" diyerek evdeki kitapların aşırılığından ve çektiği sıkıntılardan sıklıkla şikâyet edermiş...

Kahire, Şiraz, Kurtuba, Bağdat gibi büyük şehirlerde de estetik açıdan gösterişli kamu kütüphaneleri kurulmuştur. Müslümanlar kâğıt, kitap ve kütüphaneye özel bir kutsiyet atfetmiş; devlet yöneticilerinin çoğu umuma açık kütüphaneler açmıştır. İnşa edilen kütüphanelerde istinsah (çoğaltma) ve okuma odaları mevcuttur. Hatta bazı kütüphanelerde musiki odalarının bile bulunduğu kaydedilmiştir.

Umuma açık kütüphanelerin ilki sayılan Dârü'l-Hikme Bağdat'ta teşekkül etmiştir. O dönemde tek bir kütüphane için Doğu Roma'dan pek çok kitap ısmarlanmış ve Arap lisanına tercüme ettirilmiştir. Dârü'l-Hikme'nin ömrü 1258'e, Moğol istilasına kadar sürmüştür. Şehrin talan edilmesinden sonra Dicle'nin günlerce mürekkep rengi aktığı meşhur rivayettir.

Ayrıca Harun Reşid merhumun tesis ettiği kütüphane de ilk İslam kütüphanelerinin mühim misallerindendir.

Yine Kurtuba Emevilerinin dikkate şayan kütüphaneleri mevcuttur. Nitekim Endülüs devri İber Yarımadası'nda ilmî üretimin en büyük destek birimi kütüphanelerdi. En önemli eserleri bünyesinde toplayan bu kütüphanelerde çeviri faaliyetlerine azamî hassasiyet gösterilir ve dünyanın dört bir yanından ilim insanları misafir edilirdi. Ortaçağ Frenk cephesinde "kitap medeniyeti" tasviriyle anılan Endülüs entelektüel evreni, bilimler tarihinde büyük yer edinmiş; ilim çevrelerindeki orijinal üslubuyla dünya tarihine adını kazımıştı. İslam dünyasında cazibeli bir kültür atılımı gerçekleştirdiği gibi Avrupa'nın fikri yapılanmasında da kritik dönüşümlere sebep olmuştu.

Yalnızca, "Ortaçağ" barkodu vurulan dönemde dahi, Müslümanlar, naklî ilimlerden aklî ilimlere yüzbinlerce ciltlik kütüphanelere sahipken, Avrupa'nın en şaşaalı kütüphanelerinde, mesela Saint Gal'de 400, Saint Vincent'te 1100 cilt eser mevcuttu.

Lübnan kökenli Amerikalı tarih profesörü P. Kitty; 1960'ların Londra'sında anlattığı bu gerçeklere şunları da ekleyecekti:

-  Ortaçağın başlarında insanların ilerlemesine Müslümanlar kadar hizmet etmiş başka millet yoktur. Charlemagne ve büyük devlet adamlarının kendi adlarını zor yazdıkları, Oxford Üniversitesi'nde vücudu yıkamanın tehlikeli zannedildiği dönemlerde; İslam talebeleri Aristo'yu tetkik ediyor, günlük banyolarını zevkle yapıyorlardı…

Hoş, İslam düşünce şemasına Aristo felsefesinin bulaştırılması apayrı bir eleştiri mevzuudur.

Biz ana güzergâhtan sapmayalım ve şöyle bitirelim:

Batı, "Ortaçağ" zihniyetinin sürdüğü 800 senelik süreçte, kitaba, sadece manastır ve kiliselerde hayat hakkı tanımıştır. Kitap, sanki bir süs eşyası telâkki edilmiş ve aksesuar niyetine ancak saray mensupları yahut papazlar tarafından kullanılmıştır.

Buna mukabil İslam kültür ve medeniyeti; geçmiş uygarlıklardan kalan ilmî birikimi kendi irfan müktesebatıyla kaliteli bir formda senkronize etmiş, skolastik düşüncenin kıskacında boğulan Batı aklına yol göstermiştir. Bilginin engizisyon mahkemelerinde katledildiği sıralarda süratle yayılıp nüfuz kazanan İslam tasavvuru; Asya önleri, eski Akdeniz havzası, Uzakdoğu ve Ortadoğu'ya muazzam bir bilgi hazinesi hediye etmiş, bugün dahi kıymetini bilemediğimiz ve üstünde hunharca tepindiğimiz büyük bir entelektüel miras bırakmıştır...