Haklarını verelim.

2 yılda aştıkları mesafe takdire şayan. 27 sene önce İstanbul’u nasıl bıraktılarsa, yavaş yavaş aynı hale sürükleyen o müthiş belediyecilik başarısını alkışlamak zorundayız.

Dün İstanbul’un bazı bölgelerine sabah 9’dan akşam 10’a kadar su verilmedi mesela. Gerçi pardon, bu cümleyi yazarken, dört gün civarı su kesintisi yaşayan halka tankerlerle su taşıma hizmeti sundukları geldi aklıma. Gösterdikleri gelişmeyi tebrik etmek lazım.

Neticede tertemiz Haliç’i leş kokan bir çöp birikintisine çevirmeyi beceren de aynı belediyecilik anlayışıydı.

Neyse, siz de alkışladıysanız devam edelim.

Şimdilerde ulaşım alanındaki beceriksizlikleri tedavülde. Pandemi döneminde araç ve sefer sayısını arttırmaları gerekirken tam aksini yapan bu ilerici, laik, Atatürkçü dehalar; 14 yıldır takır takır işleyen metrobüsleri de bozmayı başardı. İnsanların işini gücünü bırakıp el yordamıyla metrobüs yürüttüğü zamanları yaşıyoruz. İETT otobüsleri bakımsızlıktan yollarda kalıyor. Şaka değil, daha geçen gün, tekeri patlamış halde yarısı havada kalarak trafiğe karışan fiyakalı bir uçan otobüs gördük. Klimalar, havalandırmalar doğru düzgün çalışmıyor. Sefer saatlerinde yaşanan aksaklıklar tıpkı eski Türkiye gibi alışıldık bir rutin olmaya başladı…

Yol kenarlarındaki dikey peyzaj mimarisine dahi düşmanlar. Estetik niteliğinin dışında, ekolojik sebeplere de dayanan bu hizmete de sataştılar. Çiçekleri söküp yerine ucube desenlerle boyanmış betonlar bırakmayı marifet bellediler. Modern sanat bienallerini aratacak kötülükte bir şehir planlamasını, ‘’İstanbul’u renklendiriyoruz’’ sloganlarıyla millete sattılar. Sonra milletin sesi yükselince biraz mola verdiler. Bu ara yeniden başladılar.

Göreve geldikleri günden beri DHKP-C ve PKK militanlarını, FETÖ’cü etki ajanlarını belediye meclisine konuşlandırdılar. Adına da ‘’liyakat’’ dediler. Terörist yağlayan kitaplar sattılar. PKK’nın kurucularından Sakine Cansız’ı, yazdığı kanlı kitapla birlikte İBB Kültür AŞ kanalıyla millete pazarladılar yahu! Daha ne diyelim? Kültür merkezlerini terörist tiyatrolarına açtılar. Yalan vaatlerle insanları işinden edip, yerine terör sempatizanı trolleri yerleştirdiler.

Tasarruf naralarıyla doğal afet bütçelerini kıstılar.

Deprem krizlerini yatlarda güneşlenerek yönettiler.

Avrupa medyasına çıkıp bin bir yalan ve bühtanla Türkiye’yi kötülediler.

Hülasa…

İsraftı, barıştı, huzurdu derken; devamlı sermaye sahalarını genişlettiler.

Yazık:

İstanbul’u soyuyorlar. Aklımızla alay eder gibi yalan söylüyorlar. Seçim öncesi bedava dağıtmak iddiasında oldukları temel ihtiyaçlarımıza bile sürekli fahiş oranda zam istiyorlar.

Şehir üzerinde kurdukları “intihal politikası’’nı istikrarlı şekilde sürdürüyorlar. Sahiplendikleri projelerin neredeyse tamamı, çok daha önce planlanan ve uygulamaya koyulan projeler. Teker teker yazmak sırf bir makalelik yer tutar. Bu utanmazlık da yetmiyor onlar için. Yapılanları yıkıyor ve bunu harika bir işmiş gibi reklam ediyorlar.

Üçkâğıttan, ihanetten fırsat bulup şehri yönetemiyorlar.

Bari kurulu düzeni bozmasalar…