“Bir toplum ne kadar geriye bakabilirse o kadar ileriyi görür” sözü, geçmişin sunduğu tartışılmaz, pahası biçilemez değerlerine işaret ediyor…

Geleceğe dair planların imkânını yine geçmişin verileri üzerinden buluruz…

Geçmişin verilerine ne ölçekte ve farklı medeniyetler üzerinden sahipsek, mukayeseli, sağlıklı tahminler ile yol alma imkânımız da o nispette artar…

O zaman “kusursuz” dinilen hatta kompleks seviyesinde bir hayranlıkla ve kendi tarihsel birikiminden habersiz olarak savunulan -demokrasi, laiklik gibi.- kavramların, bünyelerinde taşıdığı arızalardan bihaber olunmaz…   

Elbette beşeri hiçbir sistem ne tümüyle mükemmeldir ne de çöpe atılacak kadar değersiz…

Her sistemin iddiası özünde insanın faydasınadır; lakin bütün iyi niyetlerine rağmen doğduğu topraklarda bile büyük istismarların aracı olmaktan ve ihraç edildiği farklı kültürlerdeki uyumsuzluklardan kendilerini koruyamazlar…    

Her toplumun kendi değerlerini yeniden değerlendirerek kendisine ait olanı bulması -en azından- hafızasının ölmediğine işaret eder…

Tarihini, dolayısıyla hafızasını kaybetmiş bir toplum büyük bir acziyetle ve kendi doğasına aykırı bir hafıza transferi yapmak zorunda kalır…

Geldiğimiz noktada bize başka seçim bırakmayan bu hafıza transferini -en azında restorasyon için- tartışmaya açmak bile, adeta “animist” bir toplumun tabusuna dokunmak kadar büyük bir saldırıya uğrayabiliyor…

Bilimin bile bilimsel olanı dayatamadığı bir zeminde, insan aklının ileriye dönüklüğü gerçeği de göz ardı edilerek, beşeri sistemin değişmez bir “dogma”ya dönüştürülüp belirli bir tarihte dondurulması en başta düşünmeye devam eden insan için büyük bir haksızlıktır…

“Demokrasi”ye toz kondurmayanların eski Yunan filozoflarının binlerce yıl önce fark ettiği arızayı hala görememiş olmaları çok manidardır…

Hakların tesliminde “adil” davranmadığı gerekçesiyle hiçbiri demokrasiyi savunmamıştır…

Onlar, hiçbir emek ortaya koymadan hatta var olanı yıkmayı düşünen birinin ancak demokrasilerde ve sırf oyunun hatırına kazanca dâhil edildiğini iyi biliyorlardı…

İdeal bir demokrasi her birimiz için ve inançlarımız için çok iyi bir kazanç olabilir; fakat unutmayalım ki aynı demokrasi, bu ülkede teröre açık destek verenlerin de tutunduğu en önemli daldır…

Filozofların, düşünenlerin görevi “değerleri yeniden değerlendirmek” olduğuna göre bunu yapmaya devam edecekler…

İki bin yıl önce Roma Demokrasisini, Roma Meclisinde eleştirdiği için ünlü komutan ve siyasetçi Marcus Porcius Cato’ya; “Artık bu topraklara felsefe giremez” dedirten Karneades gibi…

Demokrasi ya da laiklik en çok doğduğu topraklarda tartışıldı ama ithal edenler kadar “kör” bir savunusu pek olmadı; en azından entelektüel seviyede…

Bazı siyaset felsefecilerine göre Roma’yı bin yıl ayakta tutan -monarşi, aristokrasi ve demokrasi- üç sitemi aynı anda uygulamasıydı…

Bu üç ihtiyacın aynı anda ve aynı toplumda var olması bugünün bile temel gerçeğidir; değişen yüzüyle…

Yasladığımız şeyler farklı olsa da sadece görüneni “uyum” zannedenlere Herakleitos seslensin; “Görünmeyen uyum, görünen uyumdan çok daha büyüktür…”  

“Düşüncenin, hayatın bodrum katı”nda, üzerindeki her şeyi güvenli kılan ilahi-görünmez uyum vardır; hiçbir iddia bu hakikati değiştiremez…    

Çıkarları söz konusu olduğunda demokrasiyi ve laikliği istismar edenler de buna dâhildir…