Doğu Akdeniz’de yapılan gaz keşifleriyle birlikte, Kıbrıs’ın Avrupa enerji güvenliğinin yeni anahtarı olup olamayacağı sorusu, cevabı en çok merak edilen soruların başında geliyordu. Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve Ukrayna’da sürmekte olan ihtilaf, Avrupa Birliği’nin Doğu Akdeniz gazını, Rus gazına uygun bir alternatif olarak görebileceğine dair ciddi bir tartışmaya kapı araladı.

Doğal olarak bu tartışmalar Kıbrıs’ın enerji üssüne, Yunanistan’ın da önemli bir transit ülkeye dönüşebileceğine ilişkin iyimser bir beklentiyi de beraberinde getirdi. Fakat bu iyimserliğin sadece bir temenniden ibaret olduğu çok geçmeden anlaşıldı. Ancak bir kez ok yaydan çıkmış olduğundan bu beklentiden bir türlü kolayca geri dönülemedi.

2009 yılında İsrail açıklarında doğalgaz kaynaklarının bulunması hem Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ni hem de Yunanistan’ı alternatif bir Avrupa enerji arzı oluşturma hayaline sürüklediği bilinen bir gerçek. Lakin boru hattı projesi (Eastmed) hayalinin gerçeğe dönüşebilmesi, Doğu Akdeniz’de tüm enerji piyasalarını sarsacak düzeyde bir keşfin yapılmasıyla mümkün olabilirdi.

Zira böylesine bir hattın inşası için topografik şartların zorluğu kadar finansal maliyetler de oldukça caydırıcı. Nitekim uzmanların sadece Kıbrıs’tan Girit’e uzanacak bir boru hattının tahmini maliyetinin yaklaşık 20 milyar dolar seviyelerinde olduğunu söylemesi, boru hattı projesinin ekonomik olarak hiçbir anlam ifade etmediğini göz önüne sermesi bakımından oldukça önemli.

Aslında ekonomik bakımdan rasyonel olmayan bir proje üzerinden çatışmanın eşiğine gelinmesinde Avrupalı ve Amerikalı siyasilerin yaptığı “güven verici” açıklamalar etkili olmuştu. Birçok siyasinin yanı sıra çok sayıda uzmanın Doğu Akdeniz’i “küresel enerji merkezi”, Kıbrıs’ı da “kilit bir oyuncu” şeklinde takdim etmesi, Rum ve Yunan siyasilerin Türkiye karşıtı tutumlarını güçlendirici bir etki oluşturdu.

Ancak devletler yerine işin gerçek sahibi şirketler konuşunca hayaller bir bir suya düşmeye başladı. Öncelikle şirketler boru hattı projesine yukarıdaki nedenlerden dolayı sıcak yaklaşmadı. Onların tercihinin boru hattı değil tankerler vasıtasıyla sıvılaştırılmış doğalgazı taşımak olduğu kısa zamanda anlaşıldı.

İkinci olarak, şirketlerin doğalgazı Avrupa pazarına değil de Doğu Akdeniz’e komşu ülkelere satmaya taraftar oldukları görüldü. Böylece Yunanistan ve Güney Kıbrıs’ın, İsrail ve Kıbrıs’tan Avrupa’ya gaz ihraç etme hayali Akdeniz’in derinliklerine gömüldü.

Yunan ve Rum yetkililerin son zamanlarda hiç duymak istemedikleri söz şüphesiz, “Yunanistan ve Kıbrıs üzerinden Avrupa’ya alternatif bir enerji koridoru kurmak neredeyse hiç uygulanabilir değil” cümlesidir. Belki sahadaki bu tür gerçekleri kabul etmek, Yunanistan ve Güney Kıbrıs için pek hoş olmayabilir. Fakat bu süreci yönetmekten başka bir seçeneklerinin kalmadığını da anlamaları gerekiyor.

Şunu da ifade etmekte fayda var. Yunanistan ve Kıbrıs’ın enerji koridoru olmasının yolu Türkiye’den geçiyor. Yukarıda da bahsedildiği üzere Doğu Akdeniz’de dengeleri değiştirebilecek bir gaz kaynağı olmadığı müddetçe bu hayalin gerçekleşmesi pek olası görünmüyor.

O halde Doğu Akdeniz’de daha fazla sismik araştırma ve ardından sondaj faaliyeti yürütülebilmesi için öncelikle Türkiye’yle bir uzlaşıya varılması şart. Aksi halde doğalgaz Akdeniz’in derinliklerinde beklemeye devam edecek.