Neredeyse herkesin bir bavul, valiz, çanta hikâyesi vardır şu yalan dünyada. 

Ben de bir bavula koskoca bozkırı doldurdum da çıktım yola…

 

Bir bavul sadece, asla, yalnız bavul değildir! Bunu en iyi bilen bozkırın kavruk yüzlü çocuklarıdır. Okumaya, çalışmaya, gurbete giden o çocuklara boyu kadar bir bavul verirler. Çeyiz sandığı neyse, bavul da gurbetçi için odur. Çeyizini, bahtını, kaderini, ekmeğini, hayatını o bavulda taşırsın gayrı…

 

Babamın mavi bavulunu elime verdiklerinde on iki yaşındaydım. Bavul boş iken bile ağırdı. O bavulu altı sene taşıdım. O bavulun içinde bozkırı, dedemin kokusunu, anamın ağıtlarını, ebem kadının mesellerini, babamın gitmelerini, kardeşlerimin hasretlerini, “ Doktor olacağım, mühendis olacağım, öğretmen olacağım” sözlerini alıp koydum. En çok da tepenin ardından gelen koyunların boynundaki tıngırdak seslerini, çitarhaçta ekin biçen biçerlerin ambarlarına dolan buğdayın sıcaklığını, çayırda otlayan kuzu sürüsünün içindeki en küçük kuzunun kulağını ısırmamı, arkadaşlarım top oynarken eşleşip beni dışarda bırakmalarını, köy okulunun sobasını yakmaya giden ahraz emmimin o güzelim yaz güneşinde “çıt” diye kırılan buğday sapı gibi gülümsemesini, sabahları tandır damında yapılan çöreklerin kokusunu, unun sıcaklığını… 

 

O mavi bavul, yazımı kışa çevirse de; karlar yağdığında benden ağır olan bavul, kar tatili için köye dönerken kuş gibi hafif olurdu yine de. Kapı anahtarı gibi anahtarı vardı mübareğin! Anahtarı gören, "O, köşkün anahtarını yanında mı taşıyorsun?" derdi. He ya, bozkır adlı bir köşkün anahtarıydı o...

 

Bozkırı anlamanın yolu ancak bir bavulu bilmekle başlar. Bir götürdüğün, bir de getirdiğin bavula bakarlar. Kimse omzun düşmüş mü, dişin kırılmış mı, saçın ağarmış mı bakmaz. Bavul kader gibidir; yapışır insana. Hem gurbeti hem de sılayı taşırsın onunla. Naftalin kokuludur hepsi. Belki de anılar çürümesin diye. Oysa çürüyen ömürdür. Bavullar babalardan oğullara, elden ele miras kalır. Bu yüzden olsa gerek "Bir anadan dünyaya gelen yolcu!" diye başlar bizim türkümüz. "Hep yolcuyuz böyle gelip gideriz."

 

Koskoca bozkırı içine koyup sırtımızda taşıdığımız o tahta bavullardan sehpa, koltuk yapıyorlarmış. Yapsınlar. O bavullar bizden daha çok yaşayacak, bozkır gibi, bozkırdan gitmek isteği gibi, bozkıra geri dönmek arzusu gibi… Bozkıra geri dönüp bir karaçalıya yaslanıp ağlamak, yol kenarındaki bir garip çeşmeden iki avuç su içmek hasreti kadar uzun yaşayacak o bavullar…

 

Bavullarında yüreğini taşıyan o çocuklar, tüm dünyayı dolaşsalar da yine o kara toprağa, yine başladıkları yere dönecekler. Ki, her şey aslına rücu edermiş. Aslını bilmek imiş mühim olan.