“Annem şiire, direnişin kızı derdi…” yaraya direnmek, güç ister. Ya yok olacaksın ya da direnerek ayakta kalacaksın.

Cemal Süreya geçmişe dair çevirdiği sayfaya; retlerini ve kabullerini, umutlarını ve tükenmişliği titizlikle yerleştirmek ister. “Anılar sonbaharda gibidir ” diyen şair, yaşamın bir ucu olan ‘kırılgan köşede’ kendine şiirden dizelerle bir ev inşa eder. Şiir evinin konukları; hüzün ve aşktır.

Duyguları ilmek ilmek dokumaktan ziyade, kendiyle birleştiren, kendini de sonbahar bilen şairlerin iç evi, yakıcı ve acıda ısrarcıdır. Şüphesiz şiir evi, dünyanın bütün evlerine de kardeştir.

John Berger’in iç ev haykırışı: “Fırtınaların saati, aynı zamanda şiirin de saatidir.” Ya da fırtına sonrası bir çekidüzendir, şiir saati.

Bir ayağı sonbahar olan şairler; iç dağınıklığı, isyanı, teslimiyeti ve ümidi şiirin kusursuz ağzıyla işlerler. Vedayı, pişmanlığı, kavuşma ümidini renklerin kanadına taşırlar.

Ve renklerin kanadıyla fısıldaşan şairler:

“Siyahtan başla sevgilim beni unutmaya / Bir sonbahar resmi çizelim ayaklarımıza”

Siyah bir doğumdur, siyah bir kaygıdır, siyah bir aşktır. Başlangıçtır, yastır. Siyah şiirin elidir, ayağıdır.

Bütün inceliklerin tek tek unutulduğu bir çağdan, siyaha seslenmeyi anlamak; masraflı ve uzun iş. Zaten siyahın kendisi anlaşılmaya kafa tutan bir renk. Biz anlamakla anlaşmayı bırakalı, çok zaman oldu. Hız adlı canavara öyle bir teslim olmuşuz ki, birbirimizin sesini anlamaya, kalbine dokunmaya vakit ayırmayı boş iş olarak görüyoruz.

Sonbaharın kalbinden kopan, bir sonbahar parçasıyız biz… Işıklar altında, yapmacık renklerle mutlu olmaya çalışan insanlarız… Peki, mutlu muyuz? Tabii ki değiliz!

“Bütün renkler aynı hızla kirleniyordu /Birinciliği beyaza verdiler.” Özdemir Asaf

Kirden bir çerçevenin içinde, masumiyet. Azala azala yürüyoruz, ihaneti alkışlamanın adına başarı demişiz. Menfaatperestliğin rengi yok henüz. Dostluk, kardeşlik, sevgi eli yok bileğimizden bizi kavrayan. Gösteriş var. Umursamazlık var. Bembeyaz oluşa hasret var. Kirliliği, kirlilikle örtmenin birinciyiz aslında.

“Mavi huydur bende.” Edip Cansever.

Mavi bir haykırıştır. Mavi, aldanıştır, adanmaktır. Mavi, yaradır. Özgürlüktür, tesellidir. Hepsinin ötesinde, tövbedir.

İçi içine sığmayan herkes mavi olmak ister sessizce. Neden mi? İnsanın, kendini duyduğu rengin adıdır, mavi…

“Yeşili duydu mu uyurdu.” Can yücel

Yeşil korkusuz oluştur. Yeşil, hasrettir. Sevmenin ikinci adıdır yeşil. Ümittir, heyecandır! Yeşil, yaşamaktır.

Betonların arasından sesleniyoruz yeşile. Doğanın nefesi olan yeşili, dünya cephemizi genişletmek için, yok ediyoruz. Yeşil tükenince, yaşamak da tükenir oysa...

“Kırmızı bir kuştur soluğum.” Cemal Süreya

Kırmızı, çiledir, sevmektir, her şeydir. Kırmızı, aşkın nikâhıdır. Kırmızı, olmazsa, olmazımızdır. Güldür, kokudur. Devrimdir, zindandır. Kurşundur, yaradır.

Sonbaharı, renkleri, şairleri terk edersek, yavan bir hayata tutunuruz. Gayesiz, hedefsiz bir hiç olan hayata. Renk sorgulamaktır. Sonbahar, konuşmaktır. Şairler, kılavuzdur.

Biz tabiatın düzenine asi gelerek, köleleşiyoruz. Tabiat bir terazidir; renkleri de tartmalıyız, renklerde kendimiz de… Akıl ve mantıkla beraber, zaafların esiri olmadan tabiat adlı örtünün üzerinde yürüdüğümüzü hissetmeliyiz.

“Köleleşip de yıpranmayan tek yürek yoktur.” Lamartine, sonbahara şöyle seslenir: “Bu bir dostun vedasıdır, bu son gülümsemesidir.”

Sonbahar, geleceğini tembihleyip giden sevgili edasında zamanın içinde eriyip gider. Renklerin büyülü nefesini boynunda gezdiren sonbahar, bana göre direniştir…

Bugünün penceresine şöyle sesleniyor Mahmut Derviş: “Ders almalıyız içimizdeki kanayan yaradan.”

Kalbinize emanetsiniz...