Dünyanın neresine giderseniz gidin “İş bilenin, kılıç kuşananın” anlayışı geçerlidir. Ekonomisi, sanayisi ve kültürel seviyesi yüksek ülkelere baktığımızda başarılarının sırrı hep bu anlayışın eseridir.

Sosyal bilimlerde dünyanın en kaliteli eğitimlerini veren İngiliz ve Amerikan üniversitelerinden dünyaya yön veren beyinlerin çıkması sürpriz olmasa gerek. Özellikle Oxford ve Harvard bu alandaki iddiasını halen sürdürmektedir. Bu üniversiteleri özel kılan nedir buna iyi bakmak lazım.

Bilindiği üzere Avrupa’daki üniversiteler Endülüs İslam medeniyetini örnek alarak kurulmuştur. Müfredattan tutun bina stillerine kadar Endülüs’ten kopyalanan eğitim kurumları 16. yüzyıldan bu yana kendilerini geliştirerek bugünlere ulaşmıştır. Bu kurumların bunca asırdır etki sahasını geliştirerek bugünlere damga vurmasının temel sebebi liyakat ilkesine sıkı sıkıya uymuş olmalarıdır.

Bizim medeniyetimizde bu temel ilke 17. yüzyıldan sonra hızla terk edildiği içindir ki medreselerimiz ilim ve bilim üretemez hale geldi. Halen de bu kısır döngüden kurtulabilmiş değiliz. Doğu toplumlarında yaygın olan “kayırmacılık” en çok da Osmanlı medreselerinde büyük gerilemelere sebebiyet verdi. Liyakati terk ettiğimiz gün çöküşü de kendi ellerimizle hazırlamış olduk.

Çünkü eğitimi sağlam olmayan toplumlar bilim üretemez, toplumu okuyamaz, geleceği planlayamaz, mevcut olanı geliştirecek adımlar atamaz. Böyle olunca da sermayeden yemeye başlar ve nihayetinde tükenir. Osmanlı’da olan tam da budur.

Bugün de ülkemizde 200 civarında üniversite bulunuyor. Bu üniversitelerden sadece bir tanesi dünya çapındaki ilk 500 arasına girebilmiş. Yükseköğretim derecelendirme kuruluşu QS (Quacquarelli Symonds) tarafından hazırlanan listede en fazla üniversitesi bulunan ülkeler Amerika ve İngiltere oldu. Buna göre ilk 1000’de ABD’den 153, İngiltere’den ise 88 üniversite yer aldı. Avrupa’ya baktığımızda listeye Avrupa’dan toplam 408 üniversite girdiğini görüyoruz. Avrupa’yı 277 üniversite ile Asya-Pasifik Bölgesi ve 177 üniversite ile ABD ile Kanada’dan oluşan Kuzey Amerika izledi. Bu arada Çin üniversitelerinin yükselişi de dikkat çekti. Buna göre sıralamaya bu sene Çin’den 50’den fazla üniversite girdi. Öte yandan dünya genelinde 47 üniversite ise bu yıl ilk listeye ilk kez girdi.

Oysa geçmişte dünyanın dört bir yanından öğrenciler eğitim için İslam ülkelerine gelirdi. Astronomi, fizik, kimya, matematik, optik, teknik gibi alanlarda çağ atlatan çalışmalara imza atan İslam medeniyetine ne oldu da bu hallere düştü sorgulamamız gerekiyor.

Sanayi alanındaki fabrikalara baktığımızda gideceğimiz yolu tayin etmemiz daha kolay olur. Örneğin İHA ve SİHA alanında büyük atılımlara imza atan BAYKAR firması 1000 mühendis işe aldı ve 3000 mühendis daha alacağı konuşuluyor. Bu firma mühendisleri işe alırken 3 aşamalı bir seçme yöntemi izliyor. Tüm bu alımların özünde liyakat ehli isimleri seçmek yatıyor.

Devlet kurumlarını da büyük birer fabrika gibi düşünebiliriz. Bir makinanın üretiminde görev alacak isimleri belirlerken bu denli titiz davranılıyorsa insan yetiştiren eğitim kurumlarına her düzeyde atama yapılırken titizlik gösterilmesi beklenir. Milli Eğitim Bakanlığı’nın üst yönetiminde görev alan isimlerin kaç tanesi eğitim alanında bilimsel bir çalışmaya, makaleye veya projeye imza atmıştır? Ülkemizin eğitim alanında ilerlemesi için ne gibi fikirler üretmiştir? Ne gibi saha çalışmaları yapmıştır?

Ne yazık ki manzara iç açıcı değil. Çünkü liyakatin sonucu üst makamlarda görev alan isimlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Büyük çoğunluğu siyasi destekle koltuklara oturtulan isimlerin bırakın eğitim alanında bir çalışma yapmayı günü kurtaracak çözümlerden bile uzak olduklarını görüyoruz. Şu halde günü kurtaramayan bir eğitim yönetimi nasıl olacak da geleceği planlayacak?

Liyakat, liyakat, liyakat… Bu olmadan eğitimde düze çıkamayız.