Bu mübârek sûre, Kâfirûn sûresinden sonra, Mekke-i Mükerreme’de nâzil olmuştur. Fîl hâdisesini bildirdiği için kendisine bu şekilde bir isim (fîl) verilmiştir. 5 (beş) âyetten oluşmaktadır.

Rabbimiz bu sûrede, ilâhî dine karşı muhalif cephe alan, Yüce Peygamberimiz’e (sav) düşmanlık besleyen kimselerin dünyada da nasıl müthiş felâketlere maruz kalacaklarına dair ashab-ı fîl kıssasını ibret verici bir misâl olmak üzere beyan buyurmaktadır.

SÛRENİN MEÂLİ

1-  Görmedin mi, Rabbin fîl sahiplerine ne yaptı?

2-  Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?

3-  Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.

4-  Onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı.

5-  Ve onları, yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.

MUHTEVÂSI

Bu sûrede Allah Teâlâ’nın âhirette olduğu gibi dünyada da nice büyük fitneleri, hileleri, kuruntuları, olağanüstü bir şekilde bozup dağıtan kudreti, o günün insanlarınca görülen bir ibret misali olmak üzere ortaya konmaktadır.

Rasûlullah’ın (sav) doğduğu sene Kâbe’yi yıkmak için hücum etmiş olan Fîl Ashabı’nın nasıl perişan edildiği gösterilmektedir. Allah’ın, Rasûlüne yardımının, Kâbe’ye yardımından daha kuvvetli olduğuna hatta bu hadisenin Allah’ın elçisinin terbiyesinin hazırlıklarından biri bulunduğuna, böylece Hz. Peygamber’e (sav) hile yapmak isteyenlerin hilelerinin kendi başlarına geçirileceğine işâretle Rasûlullah’a (sav) ve mü’minlere teselli verilmiştir.

Yine Allah’ın kudretine karşı mal ve mülkün, hiçbir hilenin zarar veremeyeceği anlatılmıştır. Allah’a karşı hiçbir gücün, kuvvetini kullanarak başarılı olamayacağı ifade buyurulmaktadır.

SÛREYE KONU OLAN OLAY

Bu sûrede sözü geçen Fil hadisesi, tefsirlerde, siyer kitaplarında geçtiği üzere şöyledir:

Uzun bir müddetten beri Yemen’de hâkim olan Himyer hükümdarları, bir zaman zayıf düşmüşlerdi. Bunun üzerine Habeşler gelip Yemen diyarını ele geçirmişlerdi.

Habeşlerden Ebrehetü’l-Eşrem namındaki bir hükümdar, Yemen’de ihtişamlı bir kilise yaptırıp, insanları Kâbe-i Muazzama’nın ziyaretinden vazgeçirerek kendi yaptırdığı kiliseye çekmek istemişti.

Rivâyete göre Ârâbî’nin (çölde yaşayan bedevî) biri bu kilisenin içine pisleyip kaçmış. Bunu duyan Ebrehe, öfkeden çılgına dönmüş ve Kâbe’yi yıkacağına yemin etmiş. (San’a’da yaptırmış olduğu bu kilise, Kulleys adıyla bilinmektedir.)

Maksadına ulaşabilmek için de büyük bir ordu ile Mekke-i Mükerreme’ye doğru yürümüş. Ordu Mekke’ye girmek üzere iken hükümdar, arapların mallarının yağmalanmasını emretmiştir.

Bu malların içinde Hz. Peygamber’in (sav) dedeleri Abdulmuttalib’e ait develer de vardır. Develerinin yağmalandığını duyan Abdulmuttalib, onları geri istemiş. Hükümdar da; “Kâbe’yi bırakıyor, develerini istiyorsun, değerin gözümde çok azaldı. Çünkü Kâbe demek, hem senin hem de atalarının dini demektir,” deyince Abdulmuttalip şöyle cevap verir;

“-Develer bana aittir. Senden onları istiyorum. Kâbe’ye gelince, onu koruyacak Rabbi vardır. Zira Kâbe O’nundur.”

Bunun üzerine Ebrehe, ona develerini geri vermiş. Abdulmuttalib de Allah’a dua ederek, “bu insanlar Kâbe’yi yıkmaya gelmişler onlara ne uygunsa onu yap!” demiştir.

Ertesi sabah Ebrehe, Mekke’ye girmeye hazırlanmıştı. Büyük bir fili vardı. (Bu filin adının Mahmut veya Mamut olduğu söyleniyor.)

Onu ordusunun önünde yürütürdü. Gideceği yerlerde onunla muzaffer olacağını zannederdi.

İşte bu fil ve belki başka fillerle beraber bulunduğu halde Mekke üzerine hareket etti. Gireceği sırada fil yere çöktü. Onu kaldırıp Kâbe-i Muazzama tarafına yürütemiyorlardı. Başka taraflara ise koşa koşa gitmek istiyordu. İşte bu esnada idi ki: Çok sayıda (ebabil de denilen) kuş, semâdan zuhûr etti. Ağızlarındaki, ayaklarındaki ufak taşları Ebrehe’nin askerleri üzerine atıverdiler. Pek çoğu bu taşların tesiriyle telef oldu. Aralarında cüderi (kabarcık) ve çiçek hastalığı zuhur etti. Geri kalanlar da Yemen’e kaçıp gittiler. Ebrehe ise hasta bir halde San’a’ya vardı ve orada telef oldu. (İbn Hişam, es-Sîre, I, 43-63.)

Bu hadisenin vuku bulduğu seneye Araplar, Fil senesi derlerdi. Bu senede Rasûl-i Ekrem Efendimiz (sav) doğmuşlardır. Hadiseden elli gün kadar sonra Rasûlullah (aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm) teşrif buyurdular. Kırk sene sonra da peygamberlikle görevlendirildiler.

Bu sûre-i celile, bu ibretâmiz kıssayı haber vererek din düşmanlarını korkutmaktadır.

SÛRENİN İZAHI

1- “Görmedin mi Rabbin fil sahiplerine ne yaptı?”

Hitap, Hz. Peygamber’edir (sav). Ru’yet (görmek), kalp gözüyle görmeden istiare olarak kalbe ait görmedir. Yani, “gözünle görmüş gibi kesinlikle bilmiyor musun ey Muhammed?” demektir. Çünkü az sonra söylenecek olan fil sahipleri olayının o zaman onu gözleriyle gören şahitleri henüz dünyada çoğunlukla mevcuttur. O aynı zamanda bir tarih başlangıcı olarak herkesçe mütevatir olarak bilinen bir olaydır. Hatta “fili çekenlerden iki kişinin kötürüm, kör olarak kalıp, Mekke’de dilendiklerini gördüm,” şeklinde Hz. Âişe’den bir rivâyet de vardır. (İbn Hişam, es-Sîre, 1,57.)

Bu sebeple hitabın o zaman olayı görmüş olan herhangi bir kimseye ait yahut genel bir ifade olması mümkünse de Hz. Peygamber’e (sav) yönelik olması daha açıktır. Zira bu olay, Rasûlullah’ın (sav) doğumuna başlangıç olan ilâhî alâmetlerden olup, Kur’an’a ilk muhatap olan da Peygamber (as) olduğu için özellikle “Rabbüke” hitabı bu manâya bir karine yani ipucudur.

2- “Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?”

Onların tuzaklarını, düzenlerini bozmadı mı? Yani, onları birçok zayiat içerisinde bırakarak, mahvetmedi mi?

Bilinir ki “keyd”, gizlice suikast tertip etmek, başkasına bir zarar yapmak için gizli bir şekilde düzen kurmaktır. O şekilde kurulan hileli tedbire dayanmış olduğundan dolayı harp ve çarpışmaya da keyd denir. Dilimizde “keyd”e, düzen, fend, oyun, dolap, tuzak gibi karşılıklar bulabiliriz.

Bütün tedbirlerinin boşa çıkarılmış, hepsinin kaybettirilip mahvedilmiş olması da belâgatlı bir manâdır. Onun için “tuzaklarını saptırmadı mı?” denilmiyor da, “dalâlet (başarısızlık) içinde bırakmadı mı?” deniliyor. Soru da takrirî (itirafa zorlamaya yönelik) olduğundan, “gördün ya kıldı” demektir. Ve ondan dolayı matufunda “ve ersele” gelecektir.

Kâfirlerin tuzaklarının boşa çıktığı şu âyetle de ifade edilir:

“Kâfirlerin tuzağı elbette boşa çıkar.” (40 Mü’min 25.)

3- “Üzerlerine sürü sürü kuşlar gönderdi.”

Üzerlerine birçok kuş saldı. Alay alay, fırka fırka, bölük bölük, birbiri ardınca, çeşitli yönlerden kuşlar akın etti.

Bu âyette geçen “Tayr”, bilindiği üzere uçan kuş demek olan tair kelimesinin çoğuludur. “Tayran” diye nekra (belirsiz) olarak getirilmesi de bunların tanınmadık, garip bir takım kuşlar olduğunu hatırlatır. Gerçekte kuşların o zamana kadar oralarda görülmemiş irili ufaklı, siyah, yeşil, beyaz, takım takım garip kuşlar olduğu da söylenmiştir.

“Tayran”dan, sıfat veya hal yahut atf-ı beyan olması muhtemel olan “Ebabil” de dikkat çekicidir. Bir kısım tefsirciler Ebabil kelimesi, tekili olmayan çoğullardandır, fırkalar demektir, demişler. Ayrı ayrı, birbiri ardınca, çeşitli bölgelerden, cemaat şeklinde, diyenler de olmuştur.

4- (O kuşlar) onlara çamurdan sertleşmiş taşlar atıyorlardı.” 

İşte bir önceki âyette belirtilen o kuşlar, onlara (yani fil sahiplerine) “siccil” den taşlar atıyorlardı. Herhangi birinin başına isabet eden bir taş parçası, onu bir hastalığa uğratarak helâkına sebebiyet vermiş oluyordu.

“Siccil” katı, sert, taş kesilmiş çamur, çamurdan sertleşmiş, taşlaşmış şey gibi anlamlara gelir.

İbn Abbas’tan (ra) rivâyet edildiği üzere, en meşhur manâsında siccil, Farsça olan seng-gil değişimidir. “Seng,” taş; “gil,” çamur demek olduğu için kiremit gibi çamurdan taşlaşmış taş demektir. (Buhârî, tefsiru sûreti 105.)

Demek ki Araplar, bunu bir kelime yaparak, katı, sert manâsında kullanmışlardır.

Zemahşerî (h. 538) der ki: Siccin, kâfirlerin amel defterlerinin adı olduğu gibi, siccil de azaplarının yazıldığı divanın alemi gibidir. Sanki yazılmış, tedvin edilmiş azap cümlesinden taşlarla demek gibidir. (Zemahşerî, a.g.e., IV, 793.)

Bu şekilde diğer bazılarının dediği gibi defter anlamına gelen siccil lâfzından türemiş olması daha çok yakışır. Bu iki manâca siccil, o taşların geldiği yeri göstermiş olur.

Rivâyetlerde bu taşların mercimek ve nohut kadar olduğu ve her kuşun bir ağzında, iki de ayaklarında olmak üzere üçer taşı taşıyor bulunduğu, bunların kime isabet ettiyse başından girip ayaklarından çıkarak onu delik deşik ettiği de nakledilmiştir. (İbn Kesîr, a.g.e., IV, 551’e rivâyetler için bakılabilir.)

Yüce Mevlâmız, bu âyetle kuşların bu insanlara yaptığından, verdiği zarardan haber verir ve onların durumlarını izaha devam eder. Bu şekilde Allah’a ve Rasûlü’ne düşman olup, Allah’ın Beyti olan Kâbe’yi yıkmak, yok etmek için harekete geçen insanların durumlarına, içerisinde bulundukları hallerine bir yenisini ekliyor. O kuşların, çamurdan sertleşmiş taşları o fillerle donatılmış güçlü ordu üzerine nasıl attıklarını ifade ediyor. İşte onların bu durumlarının neticesi, kötü âkıbetleri de şu oldu:

5- “Ve onları yenilmiş ekin yaprağı gibi yaptı.” 

Yüce Rabbimiz, insanlığın yegâne sahibi olan Allah (cc), birinci âyetteki “Rabbin fil ashabına ne yaptı,” takrîrî sualinin sonucunu, kesin cevabını, bu son âyet-i kerime vasıtasıyla veriyor. O Kâbe düşmanlarını (Rabbin) kurt tarafından yenilmiş ekin yaprağı gibi bir hal içerisine atıverdi, buyuruyor.

İşte Allah Teâlâ fil sahiplerini böyle akıllara gelmez, şaşırtıcı ve çabuk bir şekilde yenilmiş ekin gibi yapıverdi.

Fil sûresinde her ne kadar, fil ashabının Kâbe’yi yıkma düşüncelerinin neticesi var ise de, aynı zamanda şuna da işaret vardır:

Cenab-ı Hak, dünya devam ettikçe, kendisi ve Peygamberlerine karşı gelmeye yönelik davranışlarda daima gücünü göstermiş, olaylarda ilâhî kudretini hatırlatarak, haksızlıkları önlemiştir. İşte örneklik, ibret alınması gereken bir olay... Kâbe’nin yıkılma planını yok ettiği gibi, bu işe teşebbüs edenleri de helâk etmiş, mahv ü perişan bir hal içerisine itmiştir.