-Boza içer miyiz?

-Leblebiler benden olsun.

Bazıları için bu diyaloğun pek anlamı olmasa da benim adıma çok tanıdık. Hava keskin bir kömür kokusuyla kapalıdır. Soğuk iliklerine işlemiş, muhabbet ise eve daha geç gitmenin formülünü fısıldıyor sanki. Yanından geçtiğimiz Kara Kedi Bozacısı’nın hemen içerisine girip boza içerek biraz daha muhabbet etme isteği…

Çocukluk yıllarını Eskişehir’de geçirirken yukarıdaki diyalog anında oluşurdu. Üniversite yıllarımda ise Beyazıt’ın arka sokakları mutlaka Vefa Bozacısı’na çıkardı. Karşısındaki leblebiciden gelen nefis koku bir başka güzeldi. Bir gün derste Walter Benjamin’in Pasajlar kitabındaki aura kavramını tartışıyorduk. Hocam Prof. Dr. Nurdoğan Rigel Vefa Bozacısı’nın; eşiğindeki aşınmış oyuğu, ahşap masaları, boza doldurulan mermer hazneyi, Mustafa Kemal Atatürk’ün boza içtiği bardağı ve mekânın atmosferini anlattığında Vefa’ya ve diğer mekânlara başka bakmaya başlamıştım. Hiçbir şey eskisi gibi olamazdı! Keşke Kara Kedi Boza’yı Vefa’da içebilsem diye iç geçirdim.

Vefa Bozacısı’nın tarihini 17. Yüzyıl İstanbul’unu düşündüğümde hem bir içeceğe hem de mekâna nasıl bir ruh yüklendiğini anlayabiliyorum. Ya siz? Sizce boza içilen bu yer yalnızca maddi bir kültürün ürünü olabilir mi? Peki içi boş ve ibadet edilmeyen bir cami manevi bir kültürün ürünü olabilir mi? Ya da bir yerin adında kültür ve Atatürk olması o yerde bu iki kavramında yaşatıldığı anlamını çıkarabilir miyiz? Tüm bunların cevabı beş harfte gizli: “insan”

29 Ekim Cuma günü Cumhuriyetimizin kuruluşunun 98. Yılıydı. Türkiye’nin doğum gününe yakışır da bir açılış yapıldı. Yıllardır; yıkılmasın, yerine AVM yapılır, AKM bizimdir gibi cümleler kurulmuştu. Bugün tüm yersiz söylemler anlamsız kaldı ve Atatürk Kültür Merkezi açıldı. Gidip göremesem de elbette kültür sanat programlarına katılacağım. Uzaktan gördüğüm ve incelediğim kadarıyla da son derece şık tasarımla dizayn edilmiş, ergonomik ve kullanımı kolay ve eski AKM’ye de göndermeleri olan bir mekân olmuş.

Yenilenen Atatürk Kültür Merkezi (AKM) binası projesinin öncülerinden AK Parti Eskişehir Milletvekili Nabi Avcı, Anadolu Ajansı’na çok önemli bir demeç vermiş. Çok sevdim. Şöyle söylüyor Nabi Avcı: İlla böyle bir benzeştirme yapmamız gerekirse, burası Mehmet Akif değildir. Belki Yahya Kemal ama o da biraz kenarından dolaşabilir. Ben bu binaya baktığımda, buranın muhtemel kullanıcıları, tüketicileri ve işlevine baktığımda aklıma hep Edip Cansever ve ‘Ben Ruhi Bey, Nasılım?’ şiiri aklıma gelir. Mesela açılışta bu şiirden bir bölüm sergilense buranın anlamını ve havasını en iyi şekilde özetleyen şiirsel karşılıklardan biri verilmiş olur.”

Kullandığımız mekânlara nasıl anlamlar yükleriz? İlk önce o mekânlara yaşanmışlıkla bir anlam yükleriz. Orayı yaşanılır kılarız. Nabi hocanın da yaptığı gibi şiirler ve şairlerin ürettikleri üzerinden ihya oluruz. Tüm bunların üzerine büyük bir soru yöneltmeliyiz: “AKM açıldı, peki şimdi ne olacak?”

Yanlış yürüyen kültür sanat politikalarımızı gözden geçirmezsek, kültür merkezini tüm halkın kendini içerisinde bulacağı bir mekân yapamazsak, ortak akla kültür dünyasını açmazsak, sanatın her alanına kültür merkezinde fırsat sunulmazsa, her ideolojiden sanatçıya fırsat sunulmazsa ve en önemlisi kültür sanat insanlarının katılımı sağlanamazsa AKM’nin kapısına tekrar kilit vuralım! Kısacası Atatürk Kültür Merkezi bizim olacaksa -olacağına dair umutluyum- sonsuza dek yaşasın. Yukarıda anlattığım boza dükkanı kadar olamayacaksa vay halimize…