Kıymetli dostlar; öncelikle sizleri selamların en güzeli olan Allah’ın selamı ile selamlıyorum. Geçtiğimiz hafta yakın yakın tarihimiz üzerine konuşmaya başlamıştık. Bu hafta yine kaldığımız yerden yakın tarihte yaşananları konuşmaya devam edeceğiz…

-Dünya Savaşı’nın perde arkası

Fransa ve özellikle İngiltere’de savaş senaryolarını konuşmuştuk. Peki ya Almanya? Almanya için de durum bundan farklı değildi. Ya bu yenidünya düzeni içerisinde yer alacak ya da bu kurulan daha doğrusu devam eden düzenin içerisinde sömürülen bir devlet olarak varlığını devam ettirecekti. İkinci ihtimal belki Avrupalı diğer devletler için de çok gerçekçi durmuyordu. Almanya savaşı kaybetse dahi çok güçlü olmasa da çok güçsüz bir devlet de olmayacaktı. Çünkü bu güne kadar büyük Haçlı ordusunun önemli unsurlarından biri idi ve bu onlar için sadece bir çıkar çatışması idi. Çıkar çatışmasının da büyük haçlı ruhunun önüne geçmesi hiçbir zaman mümkün olmamış ve bundan sonra da olmayacaktı.

Yaşanan olaylara bu açıdan baktığımız zaman her devletin farklı amaçlar için bu savaşa dahil olduğunu açık bir şekilde görüyoruz. Almanya’nın bu savaştan en büyük beklentisi sömürgelerini arttırmak bilhassa İngiltere’nin elinde bulunan sömürgeleri ele geçirmekti. İtalya’da tıpkı Almanya gibi ekonomisini geliştirmek adına yeni sömürgelere ihtiyaç duymaktaydı. Fakat istediği toprakların bir kısmı Fransızlar tarafından çoktan zapt edilmişti. Kuzey Afrika’da Osmanlı’nın elinden aldığı Trablusgarp dışında bir çıkış noktası yoktu. Avusturya-Macaristan özellikle Balkan toprakları konusunda Rusya ile karşı karşıya geliyor, yanı başında Slavları kontrol altında tutacak bir Rusya istemiyordu.

“Kazanan hep İngilizler olsun”

İngilizler dünya tarihi açısından farklı bir incelemeye tabi tutulacak ayrı bir yapıya sahiptirler. Gerek devlet politikaları, gerek istihbarat sistemleri, gerekse kontrol mekanizmaları hatta ve hatta yaşam tarzları dahi değişmemiş nadir millet yapılarından birine sahiptirler. Dünya politikaları her zaman “Nasıl olursa olsun kazanan hep İngilizler olsun” olduğu için hiçbir zaman menfaatleri dışında hareket etmemişlerdir. Kimi zaman tamamen en önde kimi zamanda tıpkı bugün olduğu gibi kendisini çok fazla ön plana çıkarmadan Dünya siyasetini hep kontrolleri altında tutmuştur. İşte dünya savaşı yıllarında da bu politikasından kesinlikle taviz vermemiştir. Henüz savaşa dahi gireceği belli olmayan (tabii ki sadece yazılanlara göre) Osmanlı Devleti topraklarını Rusya’ya, İtalya’ya pay etmesi bu politikaları konusunda ne kadar ciddi olduğunu ortaya koymak için yeterli olacaktır. Ama olaya bir de daha sonra yaşananları göz önünde tutarak bakarsak oyun içinde nasıl oyun oynandığını görmek pekte zor olmayacaktır. İtalya’ya verdiği toprakları daha sonra yanı başında güçlü bir devlet görmemek için Paris Barış Konferansı’nda Yunanistan’a vermek istemesi, belki de Çarlık Rusya’ya karşı girişilen mücadeleyi önlemek açısından aceleci davranmaması ve savaş sonrasında barış sürecinde ortaya koyduğu derin politika bu durumlarda göz önünde bulundurularak derinlemesine incelenmesi gereken bir husustur. Çünkü bu savaşın içinde bu ve buna benzer birçok oyunu görmek mümkündür.

Rusya’nın tarihi emelleri

Savaşın bir diğer siyasi gücü Rusya’dır. Rusya’nın tarihi olarak iki projesi ulaşmak istediği iki emeli bugünde bilinen bir gerçek olarak tazeliğini korumaktadır. Bunlardan birincisi “Panslavizm” dediğimiz Slav ırkından olan milletleri kendi kontrolü altında bir bayrak altında toplamaktı. Bunun için hedef Slavların yoğunlukta yaşadıkları Osmanlı Devleti kontrolünde olan Balkan topraklarıydı. Bir diğeri ise “Sıcak Denizlere İnme Politikasıdır.” Rusya’nın sıcak denizlere yani Akdeniz kıyılarına oradan da büyük okyanuslara açılmak için de önünde üç yol bulunuyordu. Fakat bu üç yol için de Osmanlı Devleti ile karşı karşıya gelmek zorunda idi. İlk yol Balkan Devletlerini kendi kontrolüne alarak Balkanlar üzerinden Ege Denizi’ne oradan Akdeniz’e ve Okyanuslara açılmaktı. Zaten Balkan Savaşlarından sonra uygulanan “Büyük Bulgaristan” projesi de Rusya’nın bu amacını gerçekleştirmeye yönelik atılmış bir adımdı. Ancak bu amaç Rusya için özellikle Balkan Savaşlarından sonra ulaşılması güç bir hedef haline geldi. Rusya’nın sıcak denizlere ulaşmak için kullanacağı ikinci yol Kafkaslar üzerinden İran, Irak ve Suriye üzerinden Akdeniz’e ulaşmaktı ancak bu yol da Rusya için oldukça uzaktı. Rusya için sıcak denizlere inmenin en kolay yolu İstanbul ve Çanakkale Boğazlarından geçerek Ege Denizi’ne oradan da Akdeniz’den okyanuslara açılmaktı. Ancak bu yolda karşısına yine Osmanlı Devleti ve en önemlisi Osmanlı Devleti’nin hem inanç olarak kutsal saydığı, hem de devletin başkenti olma özelliği açısından büyük bir öneme sahip olan İstanbul çıkıyordu. Bu yol onlar için ulaşılması kolay bir hedef değildi. Bazı Rus kaynaklarına göre ise tamamen imkânsızdı.

Ortak Düşman: Osmanlı Devleti

İngiltere-Fransa ve Rusya üçlüsü yani İtilaf devletleri olarak tabir ettiğimiz bu grubun ortak noktası gördüğünüz gibi daha savaşa girmemiş olan Osmanlı Devleti üzerine kurulmuştu. Yani İngiltere Almanya’ya karşı giriştiği üstünlük mücadelesinde Osmanlı Devleti’ni masada bir pazarlık konusu olarak kullanmış güç dengesini kendi lehine çevirmek adına adeta Osmanlı topraklarını har vurup harman savurmuştur. Ancak savaşın sonuçları açısından baktığımız da olaylar ne olursa olsun kazanan hep, yine İngiltere olmuştur.

İtalya nerede?

Savaşın diğer tarafına baktığımızda da farklı bir durum görmüyoruz aslında. İtalya tıpkı Almanya gibi siyasi gelişimini geç tamamlayarak sömürgecilik yarışına geç başlamıştı ve başta Osmanlı’nın Akdeniz kıyıları olmak üzere birçok toprağa gözünü dikmişti. Bu amaçlarına ulaşmak içinde gücünü ortaya koyup savaşın kazanan tarafında olmak onun için en önemli gerekçe idi. Savaşın başlarında Almanya’nın yanında yer almasına rağmen İngilizlerle yapılan pazarlıklar İtalyanları cezbetmiş ve daha henüz savaşın başlarında saf değiştirmişlerdir. Özellikle Osmanlı Devleti’nin Akdeniz topraklarının kendilerine vadedilmesi, İtalya’nın Akdeniz ticaretinin kontrol altında tutması açısından ve yeni sömürgelere ulaşması açısından oldukça önemli idi. İtalya bu taktik değişiklikle Almanya’nın yanında başladığı savaşı İngiltere’nin yanında bitirecek ancak hiçbir zaman kendisine vadedilen toprakları ele geçirme imkânını bulamayacaktı. Çünkü İtalyanların kazanan taraf olması İngilizlerin politikaları ile tamamen ters düşmekte idi.

Avusturya Macaristan dost mu düşman mı?

Avusturya Macaristan Almanya’nın müttefiki idi. Savaşın ilk kıvılcımını yakan çok uluslu yapıya sahip bu imparatorluğun yegâne amacı özellikle Balkanlar üzerinde Rusya’ya geçiş izni vermemekti. Tıpkı Rusya gibi Avusturya-Macaristan’ın da Balkan toprakları üzerinde siyasi hedefleri vardı ve bu hedefler Rusya ile doğrudan çakışmaktaydı. Ancak her iki devletinde üzerinde plan yaptıkları Balkan toprakların kontrolü Osmanlı Devleti’nin elindeydi ve Osmanlı’nın bu topraklardan vazgeçmek gibi bir niyeti yoktu. Osmanlı bu topraklardan vazgeçmese de içinde bulunduğu durumun karmaşıklığı onu nasıl bir siyasetin içinde bıraktığını açık bir şekilde ortaya koymaya yetecektir. Bir tarafta Rusya ile savaşırken diğer tarafta yanında yer alacağı Avusturya-Macaristan İmparatorluğunun gözü de yine Osmanlı topraklarında idi…

Bismark’ın korkulu rüyası

Almanya’nın başı çektiği bu grup (İttifak Devletleri) İngiltere Fransa ve Rusya karşısında çokta kuvvetli görünmüyordu. Zaten Fransa ile Alsas Loren Bölgesi konusunda sıkıntılı olan Almanya şimdi tüm okları kendi üzerine çevirmişti. Bu durumdan da kolay kolay başarılı çıkacağına imkân tanınmıyordu. Zaten bu savaşın ortaya çıkardığı duruma daha önce düşmemek için Bismark büyük çaba harcamış olmasına rağmen, Almanya savaşla birlikte kendini Bismark’ın bu korkulu rüyasının içinde bulmuştu. Bir taraftan Rusya diğer taraftan İngiltere’nin bütün güçleri ile aynı anda Almanya üzerine saldırmaları Almanya için hiçte kolay olmayacaktı. Almanya’nın bu durumdan kurtulması için hem Rusya’nın hem de İngiltere’nin bütün gücü ile kendi üzerine saldırmasını engellemesi gerekiyordu. Bunun için de tek çıkış yolu savaşı kendi coğrafyasından dışarıya taşıyarak daha geniş coğrafyalara yaymak olacaktı.

İşte bu temel bilgiler ışığında asıl konuşulması gerekenler bundan sonra başlayacaktı. Almanya içine düştüğü bu zor durumdan kurtulacak ama 600 yıl boyunca dünya tarihine damga vuran Osmanlı Devleti artık tarih sahnesinden çekilecekti… Peki, Almanya bunun farkında mıydı? Yoksa bu sefer sadece İngilizler değil, onlarla birlikte asırlık “Haçlı Zihniyeti” mi kazanacaktı? …