Biz aşkı, kadınların kalbini kırmamış adamlardan öğrendik.

Biz kadını, kadını hoyrat ellerle değil mahcup yüreğiyle seven bir adamdan öğrendik.

Biz İstanbul’u İstanbul’un bağrına serçe kadar hafif dokunan adamlardan öğrendik.

Biz İslam’ı, yeşil sarıklı ulu hocalardan değil ekmeğine haram katmamış adamlardan öğrendik.

Biz dünyayı, dünya nimetlerini elinin tersiyle iten adamlardan öğrendik.

Biz kanaati, bir lokma bir hırka ile yaşayabilen insanlardan öğrendik.

Biz şehadet etmenin bir sevinç olduğunu çocuk ruhlu adamlardan öğrendik.

Biz kadını, kadını görmeden bir tek elinden bilen adamlardan öğrendik.

Biz çocuğu, balkondan bir çocuk düştüğünde tarumar olan adamlardan öğrendik.

Biz ruhu, anamızdan doğduğumuz günden beri karlar yağar ruhumuza diyen adamdan öğrendik.

Biz Yunus Emre’nin su gibi duru sesini dupduru adamların sözleriyle öğrendik.

Biz Mevlana Celaleddin’i celallenme bilmeyen adamlardan öğrendik.

Bir gün Rasim Özdenören mektup yazmak ister Üstad’a. Öyle ki her gün yazar yazar siler. Daha yeni tanıştığı ama gönlünde ummanlar açan, çağlayanlar çağlatan dostuna… Kaç gün geçer üzerinden, bilmiyoruz. Bir sabah işe gitmek için hazırlanırken kapıda bir ses duyar. Kalbi garip atmaya başlar. Kapıyı açar ki karşısında onca vakit mektup yazmaya çalıştığı ama Sayın, Üstadım, Sevgili, En Sevgili diye başlayıp başlayıp, böyle hitap edemem dediği Üstad Sezai Karakoç vardır! “Senin o mektubu bitireceğin yok! Ver bana!” der.

Biz sevdiklerimizi efsanenin gerçek olabileceğini bile bile sevdik.

Biz gerçek bildiğimizin bir gün son bulacağını bile bile sevdik.

Biz gerçek denilenin aslında kaderin elinde bir şavkıma olduğunu bilerek sevdik.

Biz kaderden öte kader olduğunu kedere kurban gitmemiş adamlardan öğrendik.

Biz dünya sürgününe sabırla katlanan adamlardan öğrendik yaşama saygı duymayı.

Biz elimizdeki öfke kılıcını sana gelen sende dirilsin diyen o samimi ses ile öğrendik sabrı.

Biz orucun verilmiş en muhteşem sofra olduğunu orucunu çok zaman yalnız açan bir adamdan öğrendik.

Biz aileyi aile kurmamış ama yüreğinden binlerce aileler doğurmuş bir adamdan öğrendik.

Biz devleti bir başına yollara düşmüş Erganili bir delikanlının dirayetinden öğrendik.

Biz müdara etmemeyi müdanasız, elinde bir poşetle yürüyen adamdan öğrendik.

Biz Batı edebiyatını Doğu’nun yedinci oğlundan öğrendik.

Biz kaliteli, iyi, mutlu yaşamların ötesinde muhteşem bir hayatın varlığını ödün vermeyen o adamdan öğrendik.

Biz dünyanın bir ağaç gölgesinde kısa bir uykudan öte olmadığını 88 yaşına kadar çalışan bir adamdan öğrendik.

Biz Türkiye’yi şöyle keyifle ülkesini gezen birinden değil vatanı somut bir kalp gibi taşıyan adamdan öğrendik.

Ben şiir yazamam Lili, ben şiir yazarsam o adamın kemikleri sızlamasın istedim.

Biz en çok dünyaya bir yağmacı gibi dalanlardan korkup; dünyanın kıyısından geçip hakkından ötesine bakmayan adamları sevdik.

Aşkını, imanını, sevdasını, kavgasını, sabrını, sevgisini, yükünü sevinçle taşıyan o adamlardan öğrendim utanmayı.

Bir sevdi o adamlar. Bir de kanaat kıldılar. Ötelerden geldiklerini bilen öteli, ötelenmiş, dünyanın sahipleri nezdinde yok gibiydiler. Onlar yok saydıkça var oldular, devleştiler. Lakin Hakk’ın karşısında bir zerre kumdan öte olmadıklarını bildiler.

Bana utanmayı, sevmeyi, susmayı, anlamayı, nasibe şükretmeyi, her rüzgârın dineceğini, selin gidip kumun kalacağını, heva ve hevesin gidip aşkın kalacağını öğreten adamlar birer birer gidiyorlar asıl âleme.

Bize İslam olmanın neşesini, İstanbul’un kapılarını, ümmet olmanın sükûnunu, aşkın var ise bir kalp gibi taşınması gereğini, tüm oruçların sonunda vuslat olduğunu, hakikatin en büyük nasip olduğunu, ölümün de dirimin de muhteşemliğini, anın ve sonsuzluğun ancak mütevazı olan ve sabredenlere sırrını vereceğini öğreten adam sustu!

“Yine akşam oldu… Yalnızlık omuzlarıma çivisini çaktı yine” diyen adam kimseye yük olmadan gitti Sürgün Ülkeden Başkentler Başkentine. Gidişi bile hikmetli bir şiir idi. Yaşarken yormadı kimseyi; yine kimseyi yormadan, onu öldürmeye gelen onda dirilircesine, Şehzadebaşı’ndan âlem-i bekaya. Hakikat incinmedi sözlerinden ve gidişinden.

Biz, kar içinde yanan kar gibi, uğuna uğuna kaldık geride. Taşınması güç emaneti yere devirmeden gidenlere aşk olsun! Rahmet olsun!

Evet, biz aşkı ve imanı:

Hayat bir ölümdür aşk bir uçurum, diye ünleyen o adamdan öğrendik. Allah ondan razı olsun. Yeşil sarıklı ulu hocalar bugün Yasin okusunlar. Ay’a karşı uluyan kirli çakallar ise nasipsizliğine yansın.

Allah’ım Sezai Karakoç için teşekkür ederim.